Yemek Tarifleri ve Sağlıklı Beslenme Portalı
Transgenik ürünler « Geri
Transgenik ürünler
E-posta
15.10.2009'de eklendi.
Son 200 yılda, genetik bilimiyle uğraşan uzmanların ortaya çıkardığı bilimsel gerçekler; bitki veya hayvan türlerinin, ya iki farklı türün doğal olarak melezlenmesi yoluyla ya da var olan herhangi bir türün çeşitli fiziksel veya kimyasal etkenler nedeniyle değişime uğrayarak üremiş olduklarını belgelemektedir.
Bugün bilinen 250 bin bitki türünden çoğunun, 5 bin yıllık bir tarihi geçmişe sahip olduğu, bunlardan ancak 3 bin kadarının insanlarca kullanıldığı ve sadece 150 civarında bitkinin yoğun olarak üretiminin yapıldığı bilinmektedir (1). Örneğin; buğday bitkisi günümüzden binlerce yıl önce, Anadolu`yu da içine alan Ön Asya`da, yabani tiplerinde oluşan değişimler sonucunda ortaya çıkmış ve geçen süre içinde evrim geçirerek bugünkü durumuna, ekmeklik ve makarnalık buğday formları haline gelmiştir (2). Yabani formları belirlenen pek çok bitki türü için bu tip bir gelişme söz konusudur.
Zaman içerisinde doğal melezlemeler yoluyla ortaya çıkan bitkilere, lahana ile yağ şalgamının melezlenmesinden oluşan Kolza (Kanola) örneği verilebilir. Klasik ıslahçıların yaptığı da zaten, doğada kendiliğinden gerçekleşen bu iki metodu taklit etmekten başka bir şey değildir. Tahıl ıslahçılarının, buğday ve çavdar melezi olarak elde ettikleri Triticale bitkisi, türler arası melezlemeye iyi bir örnektir.
Yeni bir bitki türünün ortaya çıkarılmasından çok, bir bitkinin yeni çeşitlerinin eldesinde de aynı teknikler üstelik daha yoğun bir biçimde kullanılmaktadır. Ya mevcut bitkiler arasından farklı özelliktekilerin seçimiyle yeni bir çeşit yakalanmış olur ya da bazı özelliklerinden şikayet edilen çeşitlere, aynı bitkinin başka çeşitlerinden melezleme yoluyla gen transferi yapılarak, dayanıklılığı veya verimliliği arttırılmış olunur. Burada doğaya ters bir durum yoktur. İnsan gıdası olarak tüketildiğinde, kafalarda şüpheler uyandıracak herhangi bir olumsuz gelişme söz konusu değildir çünkü.
İnsandan örnek vermek gerekirse; iki insanın evlenip çocuk sahibi olmasında, nadiren ucube tiplerin çıkışı görülebilir ama diyelim ki, insanlara kanat, gaga ya da kuyruk oluşturma geni eklenerek doğaya ters yeni bir insan tipi ortaya çıkartılırsa; bu, insanların kolayca kabul edebilecekleri veya hiç şüpheye düşmeyecekleri, gelecek adına korkuya kapılmayacakları bir gelişme olabilir mi ? O halde, bilimsel çabaların sonucu bile olsa, insanları tedirgin etmeyecek gelişmelere ihtiyacımız var. İnanmakta güçlük çeken insanlara kızmanın ve bilimsel düşünmemekle suçlamanın da bir anlamı ve haklılığı olmasa gerek.
Günümüzde, yoksulların umudu, açların ilacı gibi sunulmaya çalışılan transgenik ürünlerin, bilinen klasik ıslah metotlarına göre bazı üstünlükleri olduğunu inkar etmek mümkün değil. Melezleme çalışmaları sonrasında 10-12 yılı bulan seçme aşamalarına gerek kalmıyor belki ve zamandan tasarruf yanında, bilinen hedefe doğru daha kestirmeden gitmenin getirdiği işgücü ve maliyet kolaylıkları da cabası.
Bizler, yeni bir çeşidin elde edilmesinde kişisel bilgi birikimi ve tecrübe yanında, dikkatli gözlemler yapma ve iyi bir özelliği yakalama şansına da ihtiyaç duyarken; transgenik ürünleri geliştiren meslektaşlarımız laboratuarlarında, sadece istedikleri genin transferini sağlayarak daha kısa sürede sonuç almaktalar. Her şey iyi güzel ama sağlık adına riskler taşıması konusunda rahatlatıcı garantiler verilememesi ne olacak ?
İnsan nüfusu sürekli artıyor. Üstelik gelişmemiş ülkelerde bu artış daha fazla. 50 yıl sonra 9-10 milyar insana ulaşacak olan dünya nüfusunun doyurulamayacak olma endişesi, çözümü güç büyük problemleri bugünden düşündürtmeye başlamıştır bile. Bunca insan nasıl doyurulabilir diye düşünen bilim adamlarının, ürünlerde verim ve kalite artışı yoluyla üretimde bolluk yaratma çabaları, bu tür teknolojik yeniliklere haklı bir kılıf olarak gösterilmekte.
Ancak, her yeni metodun başlangıçta taşıdığı bilinmezlikleri ve riskleri nedeniyle, transgenik ürünlerin de insanları ürkütmeye devam ettiğini unutmamak gerek.
Transgenik ürünler, kelime anlamı olarak gen aktarımlı gıdalar demek. Yani, bir bitki çeşidinin herhangi bir hastalık veya zararlıya karşı dayanıksızlığı söz konusuysa, transgenik teknolojisini kullanan çevrelerce, başka bir canlıdan, istenen gene sahip bir başka bitki veya hayvan türünden o geni alıp, üzerinde çalışılan bitkiye aktarılarak daha dayanıklı yeni çeşitler elde edilebilmekte. Zararlılarla mücadele dışında, ürünün tadını ve görünümünü değiştirmek, taşıma ve depolamaya uygunluğu arttırmak, besin değerini arttırmak amacıyla da gen transferi işlemi uygulanmaktadır .İleride aşıların meyvelere yüklenmesi gibi şaşırtıcı bir tıbbi kullanım için de yoğun çalışmaların sürdürüldüğü bildiriliyor.
2000 yılı rakamlarıyla, endüstrileşmiş ve gelişmekte olan ülkelerde toplam 3.5 milyon üreticinin, 44 milyon hektar alanda transgenik ürün yetiştiriciliği yaptığı tespit edilmiştir. Bu alanların 30 milyon hektarını tek başına ABD sağlamakta, onu 10 milyon hektar ile Arjantin ve 3 milyon hektar ile de Kanada izlemektedir. Zaten bu 3 ülkenin toplam üretim içindeki payları da % 98 oranına ulaşmaktadır. En fazla soya, pamuk, mısır, kanola, patates ve çeltik olmak üzere çok sayıda bitkide transgenik ürün üretimine devam edilmektedir .
Zararlı böceklere karşı, Bacillus thuringiensis bakterisinden gen transferiyle doğal bir böcek öldürücü yapıya kavuşturulan (Bt) veya herbisitlere dayanıklı (Ht) bitkiler yanında, yağ asitleri kompozisyonu değiştirilerek kuraklığa ve tuza dayanıklı yeni çeşitlerin ortaya çıkarılması, çiftçilerin beklentisi açısından oldukça tatmin edici.
Risklerine gelince, ilginç bir örnekle başlamak yerinde olacak sanırım. 1990`larda, Brezilya kestanesinden alınan bir gen, proteinini zenginleştirmek üzere soyaya verilir. Böylece soya küspesinin besleyiciliği arttırılmış olacaktır. Ancak, Brezilya kestanesinde bulunduğu bilinen bir allerjik maddenin insan gıdasına karıştığında ne olacağı araştırılıp, insan vücudunun bu maddeye tepki gösterdiği görülünce proje iptal edilmiş. Aynı şey, 2000 yılında ABD`de, yemlik bir transgenik mısır çeşidinin sindirim sırasında yavaş parçalanması nedeniyle allerji belirtileri vermesi üzerine, üretici firma tarafından piyasadan tamamen toplatılmış .
Gen aktarımıyla elde edilen transgenik ürünlere ait çiçek tozlarının, ekildikleri araziye komşu bitkilere de bu geni transfer edebilecekleri kuşkusu bilim dünyasının henüz çözemediği bir karabasan gibi duruyor. Hele bir de bu dayanıklılık genleri, kurtulmak için türlü masraflara yol açan yabancı otlara geçerse ve onlarda dayanıklılıklarını arttırırsa vay halimize. Mücadele ilaçlarından büyük tasarruf sağladığı ileri sürülen (1999`da dünya çapında 700 milyon dolarlık bir avantaj sağlandığı iddia ediliyor) transgenik ürünler, bu yolla tam tersine canavarlaşan otlar bile yaratabilir. Bir süre önce, saldırgan Afrika arılarının, Güney Amerika`daki yumuşak huylu arılarla melezlenmesine göz yuman bazı araştırmacıların, kıta çapında dert yaratan bir katil arı ırkının ortaya çıkmasına sebep oluşu gibi, transgenik ürünlerin bünyesinde yer alan aktarmalı genlerin de istenmeyen gelişmelere yol açabilmeleri şüphesi bilim dünyasını epeyce meşgul etmiş durumda.
AB ülkelerinde Frankeştayn gıdalar adıyla protesto edilen transgenik ürünlerin tonlarcasının imha edilmesinin perde arkasında da, sonuçları yeterince incelenememiş olan bu tür ürünler nedeniyle, gelecekte ne tür ürkütücü senaryolarla karşılaşabileceğimiz konusundaki şüpheler yatmaktadır. ABD`de bile yayılmaya başlayan tepkiler yüzünden, bu tür ürünlerden elde edilen gıdaların üzerine genetik değişikliğe uğramış ( Genetically modified-GM) etiketi konularak insanların bilgilendirilmesi zorunluluğu getirilmiştir. Yine de bilmeden bu tür gıdaları tüketen insan sayısının milyonlarca olduğu ortada.
Sonuç olarak; biyoteknoloji tutkunları için bu tür ürünler, geleceği kurtaracak olan mucizevi bir formül şeklinde değerlendirilse de, tüketici koruma örgütleri ve çevreciler içinse, risk ve şüpheler yumağında dönüp duran bir çok bilinmeyenli denklem. Kimin haklı çıkacağını görmek için daha uzun bir süreye ihtiyaç var ve geniş kapsamlı araştırmalara da. Ancak, birkaç yıl önce İngiltere`de yaptığı laboratuar çalışmalarıyla, genetik değişikliğe uğramış patateslerle beslediği farelerin beyinlerinde küçülme olduğunu ve bağışıklık sisteminin zayıfladığını tespit eden Macar asıllı bilim adamı Arpad Pusztai`nin kısa bir süre sonra işinden uzaklaştırılmasıyla yarıda kalan çalışmaları gibi olursa, gerçeklerin ortaya çıkmasını beklemek de başka baharlara kalacak herhalde. Üstelik bu bilim adamının çalışmasını yeniden deneyerek haklı bulan 20 bilim adamının, aynı yöndeki bilimsel ilanları da fazlaca dikkate alınmadığına göre, çevreye duyarlı insanların işi zor demekten başka bir şey kalmıyor geriye.
Transgenik ürünler hakkında gündeme getirilen olumlu ya da olumsuz görüşlerin sonu yok. Bu makalede her iki görüşten de örneklere yer verilmiştir. Gerçekleri ise, gelecekteki bağımsız çalışmaların tespitleri, daha net bir şekilde ortaya koyacaktır. Yazıları karamsar bir havayla bitirmek pek hoş olmasa da, iki hafta önceki bir gazete haberinde konu edilen kıyamet senaryosunu eklemeden içim rahat etmeyecek. Cambridge Üniversitesi profesörlerinden Martin Rees`in iddiasına göre; kıyametin, gelecek yüz yıl içerisinde gerçekleşme ihtimalinin % 50`lilere ulaşmasında, insanların kontrolsüz teknolojik gelişmeler yoluyla olan katkısı (!) büyük pay sahibi olacaktır. Nükleer terörizm, laboratuarda geliştirilen ölümcül virüsler ve insanın yapısını radikal biçimde değiştirebilecek genetik müdahaleler, göktaşı çarpması gibi doğal afetlerden bile daha büyük bir risk taşımakta gelecek adına. Bile bile lades der miyiz hala, bilinmez !
Bugün bilinen 250 bin bitki türünden çoğunun, 5 bin yıllık bir tarihi geçmişe sahip olduğu, bunlardan ancak 3 bin kadarının insanlarca kullanıldığı ve sadece 150 civarında bitkinin yoğun olarak üretiminin yapıldığı bilinmektedir (1). Örneğin; buğday bitkisi günümüzden binlerce yıl önce, Anadolu`yu da içine alan Ön Asya`da, yabani tiplerinde oluşan değişimler sonucunda ortaya çıkmış ve geçen süre içinde evrim geçirerek bugünkü durumuna, ekmeklik ve makarnalık buğday formları haline gelmiştir (2). Yabani formları belirlenen pek çok bitki türü için bu tip bir gelişme söz konusudur.
Zaman içerisinde doğal melezlemeler yoluyla ortaya çıkan bitkilere, lahana ile yağ şalgamının melezlenmesinden oluşan Kolza (Kanola) örneği verilebilir. Klasik ıslahçıların yaptığı da zaten, doğada kendiliğinden gerçekleşen bu iki metodu taklit etmekten başka bir şey değildir. Tahıl ıslahçılarının, buğday ve çavdar melezi olarak elde ettikleri Triticale bitkisi, türler arası melezlemeye iyi bir örnektir.
Yeni bir bitki türünün ortaya çıkarılmasından çok, bir bitkinin yeni çeşitlerinin eldesinde de aynı teknikler üstelik daha yoğun bir biçimde kullanılmaktadır. Ya mevcut bitkiler arasından farklı özelliktekilerin seçimiyle yeni bir çeşit yakalanmış olur ya da bazı özelliklerinden şikayet edilen çeşitlere, aynı bitkinin başka çeşitlerinden melezleme yoluyla gen transferi yapılarak, dayanıklılığı veya verimliliği arttırılmış olunur. Burada doğaya ters bir durum yoktur. İnsan gıdası olarak tüketildiğinde, kafalarda şüpheler uyandıracak herhangi bir olumsuz gelişme söz konusu değildir çünkü.
İnsandan örnek vermek gerekirse; iki insanın evlenip çocuk sahibi olmasında, nadiren ucube tiplerin çıkışı görülebilir ama diyelim ki, insanlara kanat, gaga ya da kuyruk oluşturma geni eklenerek doğaya ters yeni bir insan tipi ortaya çıkartılırsa; bu, insanların kolayca kabul edebilecekleri veya hiç şüpheye düşmeyecekleri, gelecek adına korkuya kapılmayacakları bir gelişme olabilir mi ? O halde, bilimsel çabaların sonucu bile olsa, insanları tedirgin etmeyecek gelişmelere ihtiyacımız var. İnanmakta güçlük çeken insanlara kızmanın ve bilimsel düşünmemekle suçlamanın da bir anlamı ve haklılığı olmasa gerek.
Günümüzde, yoksulların umudu, açların ilacı gibi sunulmaya çalışılan transgenik ürünlerin, bilinen klasik ıslah metotlarına göre bazı üstünlükleri olduğunu inkar etmek mümkün değil. Melezleme çalışmaları sonrasında 10-12 yılı bulan seçme aşamalarına gerek kalmıyor belki ve zamandan tasarruf yanında, bilinen hedefe doğru daha kestirmeden gitmenin getirdiği işgücü ve maliyet kolaylıkları da cabası.
Bizler, yeni bir çeşidin elde edilmesinde kişisel bilgi birikimi ve tecrübe yanında, dikkatli gözlemler yapma ve iyi bir özelliği yakalama şansına da ihtiyaç duyarken; transgenik ürünleri geliştiren meslektaşlarımız laboratuarlarında, sadece istedikleri genin transferini sağlayarak daha kısa sürede sonuç almaktalar. Her şey iyi güzel ama sağlık adına riskler taşıması konusunda rahatlatıcı garantiler verilememesi ne olacak ?
İnsan nüfusu sürekli artıyor. Üstelik gelişmemiş ülkelerde bu artış daha fazla. 50 yıl sonra 9-10 milyar insana ulaşacak olan dünya nüfusunun doyurulamayacak olma endişesi, çözümü güç büyük problemleri bugünden düşündürtmeye başlamıştır bile. Bunca insan nasıl doyurulabilir diye düşünen bilim adamlarının, ürünlerde verim ve kalite artışı yoluyla üretimde bolluk yaratma çabaları, bu tür teknolojik yeniliklere haklı bir kılıf olarak gösterilmekte.
Ancak, her yeni metodun başlangıçta taşıdığı bilinmezlikleri ve riskleri nedeniyle, transgenik ürünlerin de insanları ürkütmeye devam ettiğini unutmamak gerek.
Transgenik ürünler, kelime anlamı olarak gen aktarımlı gıdalar demek. Yani, bir bitki çeşidinin herhangi bir hastalık veya zararlıya karşı dayanıksızlığı söz konusuysa, transgenik teknolojisini kullanan çevrelerce, başka bir canlıdan, istenen gene sahip bir başka bitki veya hayvan türünden o geni alıp, üzerinde çalışılan bitkiye aktarılarak daha dayanıklı yeni çeşitler elde edilebilmekte. Zararlılarla mücadele dışında, ürünün tadını ve görünümünü değiştirmek, taşıma ve depolamaya uygunluğu arttırmak, besin değerini arttırmak amacıyla da gen transferi işlemi uygulanmaktadır .İleride aşıların meyvelere yüklenmesi gibi şaşırtıcı bir tıbbi kullanım için de yoğun çalışmaların sürdürüldüğü bildiriliyor.
2000 yılı rakamlarıyla, endüstrileşmiş ve gelişmekte olan ülkelerde toplam 3.5 milyon üreticinin, 44 milyon hektar alanda transgenik ürün yetiştiriciliği yaptığı tespit edilmiştir. Bu alanların 30 milyon hektarını tek başına ABD sağlamakta, onu 10 milyon hektar ile Arjantin ve 3 milyon hektar ile de Kanada izlemektedir. Zaten bu 3 ülkenin toplam üretim içindeki payları da % 98 oranına ulaşmaktadır. En fazla soya, pamuk, mısır, kanola, patates ve çeltik olmak üzere çok sayıda bitkide transgenik ürün üretimine devam edilmektedir .
Zararlı böceklere karşı, Bacillus thuringiensis bakterisinden gen transferiyle doğal bir böcek öldürücü yapıya kavuşturulan (Bt) veya herbisitlere dayanıklı (Ht) bitkiler yanında, yağ asitleri kompozisyonu değiştirilerek kuraklığa ve tuza dayanıklı yeni çeşitlerin ortaya çıkarılması, çiftçilerin beklentisi açısından oldukça tatmin edici.
Risklerine gelince, ilginç bir örnekle başlamak yerinde olacak sanırım. 1990`larda, Brezilya kestanesinden alınan bir gen, proteinini zenginleştirmek üzere soyaya verilir. Böylece soya küspesinin besleyiciliği arttırılmış olacaktır. Ancak, Brezilya kestanesinde bulunduğu bilinen bir allerjik maddenin insan gıdasına karıştığında ne olacağı araştırılıp, insan vücudunun bu maddeye tepki gösterdiği görülünce proje iptal edilmiş. Aynı şey, 2000 yılında ABD`de, yemlik bir transgenik mısır çeşidinin sindirim sırasında yavaş parçalanması nedeniyle allerji belirtileri vermesi üzerine, üretici firma tarafından piyasadan tamamen toplatılmış .
Gen aktarımıyla elde edilen transgenik ürünlere ait çiçek tozlarının, ekildikleri araziye komşu bitkilere de bu geni transfer edebilecekleri kuşkusu bilim dünyasının henüz çözemediği bir karabasan gibi duruyor. Hele bir de bu dayanıklılık genleri, kurtulmak için türlü masraflara yol açan yabancı otlara geçerse ve onlarda dayanıklılıklarını arttırırsa vay halimize. Mücadele ilaçlarından büyük tasarruf sağladığı ileri sürülen (1999`da dünya çapında 700 milyon dolarlık bir avantaj sağlandığı iddia ediliyor) transgenik ürünler, bu yolla tam tersine canavarlaşan otlar bile yaratabilir. Bir süre önce, saldırgan Afrika arılarının, Güney Amerika`daki yumuşak huylu arılarla melezlenmesine göz yuman bazı araştırmacıların, kıta çapında dert yaratan bir katil arı ırkının ortaya çıkmasına sebep oluşu gibi, transgenik ürünlerin bünyesinde yer alan aktarmalı genlerin de istenmeyen gelişmelere yol açabilmeleri şüphesi bilim dünyasını epeyce meşgul etmiş durumda.
AB ülkelerinde Frankeştayn gıdalar adıyla protesto edilen transgenik ürünlerin tonlarcasının imha edilmesinin perde arkasında da, sonuçları yeterince incelenememiş olan bu tür ürünler nedeniyle, gelecekte ne tür ürkütücü senaryolarla karşılaşabileceğimiz konusundaki şüpheler yatmaktadır. ABD`de bile yayılmaya başlayan tepkiler yüzünden, bu tür ürünlerden elde edilen gıdaların üzerine genetik değişikliğe uğramış ( Genetically modified-GM) etiketi konularak insanların bilgilendirilmesi zorunluluğu getirilmiştir. Yine de bilmeden bu tür gıdaları tüketen insan sayısının milyonlarca olduğu ortada.
Sonuç olarak; biyoteknoloji tutkunları için bu tür ürünler, geleceği kurtaracak olan mucizevi bir formül şeklinde değerlendirilse de, tüketici koruma örgütleri ve çevreciler içinse, risk ve şüpheler yumağında dönüp duran bir çok bilinmeyenli denklem. Kimin haklı çıkacağını görmek için daha uzun bir süreye ihtiyaç var ve geniş kapsamlı araştırmalara da. Ancak, birkaç yıl önce İngiltere`de yaptığı laboratuar çalışmalarıyla, genetik değişikliğe uğramış patateslerle beslediği farelerin beyinlerinde küçülme olduğunu ve bağışıklık sisteminin zayıfladığını tespit eden Macar asıllı bilim adamı Arpad Pusztai`nin kısa bir süre sonra işinden uzaklaştırılmasıyla yarıda kalan çalışmaları gibi olursa, gerçeklerin ortaya çıkmasını beklemek de başka baharlara kalacak herhalde. Üstelik bu bilim adamının çalışmasını yeniden deneyerek haklı bulan 20 bilim adamının, aynı yöndeki bilimsel ilanları da fazlaca dikkate alınmadığına göre, çevreye duyarlı insanların işi zor demekten başka bir şey kalmıyor geriye.
Transgenik ürünler hakkında gündeme getirilen olumlu ya da olumsuz görüşlerin sonu yok. Bu makalede her iki görüşten de örneklere yer verilmiştir. Gerçekleri ise, gelecekteki bağımsız çalışmaların tespitleri, daha net bir şekilde ortaya koyacaktır. Yazıları karamsar bir havayla bitirmek pek hoş olmasa da, iki hafta önceki bir gazete haberinde konu edilen kıyamet senaryosunu eklemeden içim rahat etmeyecek. Cambridge Üniversitesi profesörlerinden Martin Rees`in iddiasına göre; kıyametin, gelecek yüz yıl içerisinde gerçekleşme ihtimalinin % 50`lilere ulaşmasında, insanların kontrolsüz teknolojik gelişmeler yoluyla olan katkısı (!) büyük pay sahibi olacaktır. Nükleer terörizm, laboratuarda geliştirilen ölümcül virüsler ve insanın yapısını radikal biçimde değiştirebilecek genetik müdahaleler, göktaşı çarpması gibi doğal afetlerden bile daha büyük bir risk taşımakta gelecek adına. Bile bile lades der miyiz hala, bilinmez !
-
Bu haber için yorumlar (0 adet)
Güncel konular
izmirde Dubai çikolatası modası
Büyük küçük herkesin lezzetine doyamadığı Dubai çikolatası hem görüntüsü hem çıtırdısı ile herkesi mest ediyor.
Çikolatanın sırrı kadayıf ve antepfıstığı ezmesinde saklı.
Uğruna uzun kuyruklar o
Tiktok başta olmak üzere instagram ve influencerların yaptığı dubai çikolatasını sizde öğrenmek ve sevdiklerinizle paylaşmak istermisiniz.
İşte A dan Z ye Dubai çikolatasının yapımını öğrenebileceğ
Dubai çikolatası, dünyanın her yerinden gurmeler ve çikolata severler için bir lezzet yolculuğuna çıkarıyor. Bu tariflerde, hem klasik hem de yaratıcı seçenekler sunarak, sizlere evinizde Dubai'nin eş
Actifry ile irmik helvası yapmak mümkün değildir.Çünkü kızartma tarifleri için tasarlanmış bir cihazdır.
İrmik helvası genel olarak tavada , ocak üzerinde hazırlanır.
irmik helvası geleneksel ta
Fonksiyonel Gıda Kurkumin içeren Zerdeçal
Birçok defa duyduğunuz fonksiyonel gıdalardan kurkumin bu listenin baş tacıdır.
Günümüz modern yaşamda özellikle sindirim sistemi iltihabı giderek artmaktadır.Zerdeçal içeriğindeki kurkumin ile h
Son Yorumlar
Limonlu panna cotta için:
3 malzemeli kurabiye için:
3 malzemeli kurabiye için:
Dana emense için:
Çikolata dolgulu portakallı kurabiye için:
Ali Nazik için:
Havuçlu cevizli kek için: