Yemek Tarifleri ve Sağlıklı Beslenme Portalı

E-posta Şifre giris

Türkiye'de Tarım Sektörü « Geri

eposta E-posta 15.10.2009'de eklendi.
Türkiye\'de Tarım Sektörü
Konuk: Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Altındişli

Sedat Küçükay: NTV Radyo İstanbul stüdyolarında Halkın Sesi’yle karşınızdayız. Biliyorsunuz bu hafta Türkiye’de tarım sektörünü konuşuyoruz. Hormon, zirai ilaç ve küresel rekabet tartışmaları ışığında Türk tarımının geleceği ne olacak, bunu tartışıyoruz, stüdyodaki konuklarımız ve telefon başında sizlerle birlikte. Bugün çok değerli konuğumuz var, Ege Üniversitesi’nden Doç. Dr. Ahmet Altındişli, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü Öğretim Üyesi. Sayın Altındişli hoşgeldiniz.

Ahmet Altındişli: Hoşbulduk.

Sedat Küçükay: Hocam ne iyi ettiniz geldiniz, dün başladık bu konuya ama çok da işin içinden çıkamadık doğrusu. Çünkü bir yandan ilaçlama, hormonlama, öbür yandan bunları yapmadan olabilir mi, bunları yapmazsak gerçekten elde edeceğimiz ürün bu kadar artan nüfus ayeter mi yetmez mi, bu ikilemler arasında kalmıştık. Ben şurdan girmek istiyorum; gerçekten tarımda ilaçlama ve hormonlama olmadan tarım yapabilmenin ve doğru ürün elde edebilmenin olanağı var mıdır?



Ahmet Altındişli: Tabi, doğru ürün elde etmenin ve ürün elde etmenin olanağı var. Şu andaki mevcut alternatif örneği de, en iyi örneği de ekolojik tarım veya organik tarım. Yine Avrupa Birliği üyesi ülkelerin isimlendirdiği bir diğer ad da biyolojik tarım. Ama ülkemizde ekolojik ve organik tarım olarak tanınıyor. Hormon ve ilaç kullanmadan son derece başarılı ve sağlıklı üretim gerçekleştiriliyor, bu tarım şekli ülkemizde de uygulanıyor. 1984’ten bu yana katif olarak, pratik olarak üretiliyor ve 95 farklı ürün şu anda 2000 yılı değerlerine göre bu şekilde üretiliyor. Doğal tarım metodlarıyla, ekolojik tarım metoduyla. Ve 18 bin 400 üretici bu şekilde üretim gerçekleştiriyor ülkemizde, 50 bin hektardan fazla alanda üretim yapılıyor toplam olarak ve 200 bin tondan fazla da toplam üretim var. Ama bunlar için tabi büyük ağırlık yine kuru ve kurutulmuş meyvelerde. Neden bu gruptayız.. Çünkü bu tarım şeklini malesef bu sağlıklı ve güzel üretilmiş ürünlerin hemen tamamını ihraç ediyoruz, iç piyasamız, tüketicimiz yeterince bu konudan haberdar olmadığı için bu konuyu bilmediği için diye düşünüyorum, iç piyasaya yönelik talep yeni yeni başladı son birkaç yıldır. Şu anda tamamını yurt dışına gönderiyoruz. Dolayısıyla çeşitleme ve yurt dışından gelen talebe göre oluyor.

Sedat Küçükay: Şimdi bu elde etiğimiz, yani ekolojik tarımla elde ettiğimiz ürünlerin hemen hemen tamamını yurt dışına gönderiyoruz diyorsunuz.

Ahmet Altındişli: Evet.

Sedat Küçükay: Bu pahalı bir tarım şekli olduğu için mi yurt dışına göndererek ancak bunun altından kalkabiliyoruz? Veya yurt dışına ilaçladığımız, hormonladığımız yiyecekleri gönderemediğimiz için mi?

Ahmet Altındişli: Tabi güzel bir soru. Yurt dışında da ekolojik tarımı çok fazla miktarda desteklendiğini ve tüketiciler tarafından özellikle talep edildiğini görüyoruz. 2000 yılındaki bir fuarda, Avrupa Birliği temsilcileri kendi ülkelerinde ekolojik tarım ürünlerin yüzde 20 seviyesine kısa sürede çıkarılma kararı aldıklarını bildirdiler.

Sedat Küçükay: Şu anda ne kadar oran?

Ahmet Altındişli: Şu anda ülkelere göre değişiyor, bütün dünya toplamına baktığımızda yüzde 2 civarında. Ama bu bizi yanıltıcı istatistik olur. Örneğin Danimarka’da yüzde 25, Hollanda’da yüzde 18 oranlarında, ülkenin tabi gelir seviyesi ve bilinçlilik seviyesi arttıkça oran da yükseliyor, bu paralelliği görebiliyoruz.

Sedat Küçükay: Sayın Hocam, şu ekolojik tarımı biraz daha açabilir misiniz? Bu gübreli, ilaçlı tarımı nerdeyse öğrendik, ekolojik tarım biraz yeni geldi. Dinleyicilerimiz de bunu galiba bilmek isterler, buyrun...

Ahmet Altındişli: Tabi, teşekkür ederim.. Ekolojik tarım çok basit olarak toparladığımızda şu anda sansasyonel olarak gündemimizde olan tarım ilaçlarının ve hormonların tamamının kullanılmadığı, kulanımının yasak olduğu, buna ek olarak kimyasal gübrelerin sentetik kimyasal gübrelerin de kullanımının yasak olduğu, bunların yerine doğal pireparapların, farklı son derece gelişmiş biyoteknik metodların kullanıldığı, dolayısıyla sağlıklı ürünü hedefleyen bir kalıntı taşımayan sağlıklı ürünü hedefleyen, bunun yanında kullanılan girdilerin çevreye olan etkileri dikkate aldığınızda çevreyi kirletmeyen, doğayı tahrib etmeyen bir tarım şekli diye çok kısaca özetleyebiliriz.

Sedat Küçükay: Peki Türkiye’de bu hangi bölgelerde daha çok yapılıyor? Böyle bölgeleri var mıdır, yani ekolojik tarım yapmanın şartları var mıdır doğa olarak?

Ahmet Altındişli: Ekolojik tarım 1994 yılında bu konuda yasa da çıkarıldı, yasası var tarım şeklinin öncelikle. İlk yasa bu konuda 2000 92’ye 91 sayılı yasayla Avrupa Birliği’nde çıktı. Ülkemiz de bu konuda çok sevindirici bir durum, Avrupa Birliği haricinde yasa çıkaran ilk ülkelerden biri ve 1994’te yasası var. Ve kuralları tamamen net olarak bildirilmiş durumda yasada. İzin verilen preparaplar var. Bitki besleme amacıyla kullanılabilen.. Bunları kullanarak belli yöntemler var, biraz sonra o konuyu da açabilirim.

Sedat Küçükay: Efendim müsade ederseniz hattıma dönmek istiyorum, ondan sonra tekrar sizin anlatımınıza geçelim.

Sebahattin: İyi günler. Hocama bir sorum olacak. Özellikle İnglitere’de de ekolojik tarımdan bahsediliyor ve orda bu işin uzmanı kabul edilen bir kuruluş var. Bunların ekolojik tarım yapan çiftçilere önerdikleri birtakım izin verdikleri birtakım peraparatlar var. Bunların içerisinde kimyasal gübreler de var. Kompoze gübre, nitratlı gübre ve diğerleri gibi. Bu konuda hocamın söyleyeceği bir şeyler olabilir mi, bu birinci sorum? İkinci sorum da, özellikle dünyayla globalleştiğimiz bir dönemde Türk tarımında, muhafazalı tarım konusu hakkında birtakım şeyler hocamdan bekliyorum. Teşekkür ediyorum.

Selim Soydemir: İyi günler. Efendim şimdi Türkiye’nin bu globalleşme dünya ölçeğinde üretim ve rekabet konusunda hocamda iyi bilirler, ben de Aydınlıyım, ama bizim tarımımız malesef çok bölünmüş ve küçük ölçekli. Böyle bir tarım ortamında ölçek ekonomilerinden yararlanmak, teknoloji bazlı üretim yapmak, uluslararası rekabete girmek mümkün görünmüyor. Bu durumda yapılması gereken esas sistemlerden birisi bir yanda teknolojiyi geliştirmek varken bir yanda tarımda ölçek büyütmeye yönelik tedbirlerin alınması gerekliliğini düşünüyorum. Acaba hocam benzeri konuda ne derler?

Sedat Küçükay: Evet hocam, böyle iki tane görüş geldi, isterseniz bu iki tane görüşün yanıtını veya yorumlarını sizden alalım..

Ahmet Altındişli: Evet, ben soruları karışık olarak cevaplayabilirim. Şimdi Sebahattin Bey, teşekkür ediyorum sorusu için, İngiltere’den bir örnek verdi. Bu tip kuruluşlar bizim ülkemizde de var. Tabi biz ekolojik tarım nasıl yapıldığının detayını konuşmadığımız için belki paralel sorular da gelecek. Bir ekolojik tarım, bir üreticinin ekolojik tarım yapabilmesi için öncelikle bu yöntemle tarımı yapmaya tabiki inanması gerekiyor, bu bir yaşam felsefesidir aynı zamanda, bunu da kabul edecek. Ve buna karar verdikten sonra sertifikasyon kuruluşuna başvuruyor. Bizim de şu anda ülkemizde Tarım Bakanlığı tarafından yetkilendirilmiş ve ürünü takip eden bağımsız, tamamen bağımsız, bu çok önemli, 7 kuruluş var, 8’incisi de devreye girdi. Ve sadece şey kontrol görevlerini yerine getirebiliyor. Ama diğerleri hem kontrol edip hem de sertifika verebiliyor. Burdan şu anlamı çıkarıyoruz, bir ürünün ekolojik olabilmesi için bu kuruluşlarca her üreticinin ve tarlasının yılda en az, yasaya göre, yılda en az iki kere, ikiden fazla da olabilir, haberli veya habersiz, çünkü habersiz de mutlaka gidiliyor, yerinde ziyaret ediliyor, gerek görülürse toprak, yaprak ve meyve örnekleri alınıyor ve bağımsız laboratuvarlarca analizi yapılıyor ve bütün kontrol, izlemeler ve kayıt sistemlerinin takibi sonucunda yasak olan girdileri kullanmayıp, yasada belirtilen metodolojiye uygun bir üretim yaptığı tespit edilirse ürün ekolojik ürün sertifikası almaya hak kazanıyor. Kimsayal gübre açısından bu konuda dünyada ufak tefek farklılıklar var. Bu konuda temel noktayı oluşturan İFOAM uluslararası bir gönüllü kuruluştur, merkezi Almanya’da ama bütün dünyaya yaygın çalışıyor, tüm dünyadan herkes üye. Onun temel standartları bu konuda çok yardımcı oluyor. Şimdi temelde kimyevi gübre yasak, bizdeki uygulamalar da yasaya baktığımızda, kimsayal gübre kullanımı yasak. Ancak sertifikasyon kuruluşu gerekli gördüğünde potasyumlu ve fosforlu bir iki prepata izin veriliyor ama o da doğal kökenli olanlar. Muhafazalı tarımdan bahsetti Sebahattin Bey, teşekkür ediyorum bunu hatırlattığı için. Çünkü genelde şöyle bir yanlış anlama oluyor; bütün Türkiye tarımını şu an ki tarım şeklini iptal edelim, yerine yüzde 100 ekolojik tarımı koyalım diye bir anlayışa gidiliyor. Tabiki bizim ve herkesi düşüncesi bunun bu şekilde olamayacağı. Çünkü ekolojik tarım tüketicisiyle birlikte bu fikre ve çevreciliğe inanan grubun desteklediği ve geliştirdiği bir tarım şekli. Ekolojik olarak üretim yapmayan, bizim konvansiyonel tarım diyoruz biz ona, ilaçlı gübreli tarım yapan bir tarım şekli. Bu tarım şeklinin yalnız yüzde 100’ünün iyi tarım uygulamaları dediğimiz veya entegre yetiştiricilik dediğimiz entegre zirai mücadeleyi de içine alan bir tarım şekline dönmesi büyük fayda getirecektir.

Sedat Küçükay: Şimdi hocam ekolojik tarımda Tarım Bakanlığı’ndan bağımsız olarak çalışan 7 tane kuruluş var dediniz. Bu kuruluşlar zamanlı zamansız gidip yaprak örnekleri, toprak örnekleri, meyve örnekleri alıyorlar ve gerçekten ekolojik mi değil mi buna bakıyorlar. Ben şimdi bir yönden girmek istiyorum bu konuya. Hormon tartışmaları zirai ilaç tartışmaları ve sebzede meyvede hormonlu ve zirailer, çünkü çok oldu işte çilek tartışması yapılıyor, biber tartışması, kimimiz çilek yiyoruz, kimimiz biber yiyoruz. Peki bu tarlada bu ürünleri denetleyen, aynı ekolojik tarımda olduğu gibi birileri yok mudur? Yani ben üretici olarak istediğim kadar ilacı, istediğim kadar hormonu tüketiciye geçmeden önce bu tarlaya verebilir miyim, bunun bir denetimi yok mudur, sorumluluğu yok mudur üretimin?

Ahmet Altındişli: Teorik olarak bakıldığında kontrol ve önleme mekanizmaları var görünüyor. Bir kere Tarım Bakanlığımız bu konuda gerçekten özveriyle çalışıyor. Çünkü biz de aktif olarak üretim bölgesini geziyoruz. Bilgi aktarımını ellerinden geldiğince yapıyorlar. Fakat burda bir küçük farklılık var. Bence çiftçimize bilgi aktarımıyla birlikte belki de bilinç aktarımı, veya bilinçlendirmeyi de getirmemiz lazım. Yani bilgi var fakat bilinç eksikliğinin yeterli oluşmadığını görüyoruz. Tabi her çiftçimiz böyle değil. Fakat farklı ürünler de bu tip çiftçileri çok miktarda görüyoruz. Yalnız şu andaki tarım ilacı satış sisteminde de kullandırma sisteminde üreticimiz Tarım Bakanlığımızın önerdiği ilaçları gidip satın alıyorlar. Ama önerinin haricinde komşusundan duyduğu, çevresinde gördüğü, belki de ilaç bayisinin farklı önerdi ilaçları da rahatlıkla hiç kontrolsuz bir şekilde alıp atabiliyor ve miktarı açısından da yani tek faktör ekonomi. Yani attığı ilaç elde ettiği ürünü kurtarabiliyorsa veya iyi para kazandığını düşünüyorsa bir kez ilaçlama önlenmesine karşı bazen iki, üçe çıkarabiliyor bu ilaç miktarını, ilaçlama sayısını. Buna karşın, kullanılacak ilacın dozunu da ayarlarken örneğin ambalajında 100 litre suya 200 cc koyun diyorsa ben çok çiftçi gördüm, 200 cc gözüne az geliyor 400 cc, 500 cc yani yarım litre gibi daha etkili olacağını düşünüyor. Bu psikolojik etkilerimiz. Yani ürünü heba olmasın, ürünü herhangi bir hastalığa veya zararlı tarafından tahrip edilmesin endişesiyle bu tip hatalı kullanımlara çok rastlıyoruz.

Sedat Küçükay: Peki, yani ben yine biraz olaya tüketicinin tarafından bakmak istiyorum, tüketicinin sofrasına gelen bu ürünün içinde bir zararlı olup olmadığını inceleyecek olan mekanizma nedir, kimdir? Yani ben bir tüketici olarak, bir vatandaş olarak pazardan aldığım işte meyvenin, sebzenin içindeki zararsız bir şey olduğunda emin olarak bunu nasıl yiyebilirim, bu nasıl bir mekanizmadan geçerse olabilir? Çünkü yani siz toksikolojiyle ilgilenmediğinizi söylediğiniz için bunu size direk olarak sormuyorum, çilekte işte hormon var mıdır, bir şeyde toksik maddeler var mıdır diye ama isterseniz buna da değinebilirsiniz tabi ama ben vatandaş olarak gönül rahatlığıyla bu sebze meyveyi nasıl yiyebilirim, hangi mekanizmadan geçerek yiyeribilirim?

Ahmet Altındişli: Yasalarımızda tarım bakanlığı istediği noktalardan meyve sebze örneklerini alıp analizlerini yaptırabilir. Öncelikle yine basınla ilgili bir konuyu açıklamak istiyorum. Bunun analizini yapacak kaliteli laboratuvarlarımız var, İzmir’de, İstanbul’da, Ankara’da, Bursa’da bunun analizlerini yapabilecek kalitede, diğer illerimizde de şimdi çoğaltılıyor, özellikle bu son gelişmelerden sonra bakanlık bir hayli hız verdi bu konuda. Ancak sorun hangi ürünün ilaç taşıdığını üreticinin bilememesi. Çünkü yapılan analizler, alınan örnekler hem az sayıda hem seyrek sayıda kontrol ediliyor. Dolayısıyla tüketici hiçbir zaman şu anda herhangi bir sertifikasyon veya izlenebilirlik olmadığı için sistemimizde, yani ilaç reçeteyle takip edilmediği için, ürünün belki ürün kaydı olmadığı için, bunlar farklı alternatif tarım sistemleri, bunları da öneriyoruz. Üretici hiçbir zaman önüne konan meyvenin sebzenin kontrol edilip edilmediğini, dolayısıyla tarım ilacı taşıyıp taşımadığını malesef bilemiyor. En büyük risk de bu noktada sanıyorum.

Sedat Küçükay: Efendim müsadenizle yeniden hattıma dönmek istiyorum...

Nurettin Çakıroğlu: İyi günler efendim. Şimdi sayın hocalarımızı dinliyorum, benim de burda geçmişte müşayide olduğum bir konu var, onu pratik olarak bilgi bazında size iletmek istiyorum. Belki dinleyicilerimiz açısından da aydınlatıcı bir şey olur.. Ben bundan 2 sene önce Isparta Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde hocalarımdan birisi tarafından davet edildim bu konuyla ilgili olarak. Profesör Fevzi Bey, bunun bu zirai ilaçlarla yetiştirilmiş olan meyve ve sebzelerin Avrupa topluluğundan geriye döndüğünü daha 2.5 sene önce bize söyledi. Ve Avrupa topluluğu bunları kabul etmiyor ifadesini kullandı. Beni üniversiteye davet ettiler, gittik görüştük, bunu ne şekilde önleyebilecekleri konusunda bizden yardım istediler, kendi ellerinde birtakım veriler vardı. Bu verileri ben size anlatmaya çalışacağım şimdi. Avrupa topluluğunda bu sebze ve meyvelerin zirai ilaç haricinde bakır sülfatın sebzeye ve toprağa iletilmesi açısından kullanılan bakır tel kafesler var efendim bağlar ve bahçeler üzerinde. Başbakanlık özel idaresi de bunu finanse etmek istiyordu. Fakat o gün bütçesi yeterli değildi Başbakanlığın. Zannedersem büyük bir ihtimalle şimdi ben sürekli olarak izliyorum programı, burda kilitlenmiş olan nokta sayın hocalarımızın da açıklamaya çalıştıkları noktanın temel esası bu. Başbakanlık özel idareye yeterli olan üniversitenin döner sermayesine yeterli olan katkıyı sağlayamıyor. Eğer sağlayabilirse bir de sübvansiyon, eğer kuruluşlar tarafından çiftçi ve ziraatçımız bu konuda gereken işlemi yapacaklar ve bu sorun ortadan kalkacak. Bunun da pratik bilgi olarak dikkate alınmasını rica ediyorum.

Hikmet Özkorkkmaz: İyi akşamlar. Efendim bu konuyla ilgili kıymetli bilgilerinizi alıyoruz birkaç günden beri. Ancak bu çabalarınızın ben boşa gideceğini düşünüyorum. Bu konuyla ilgili biraz açıklama yapmak istiyorum. Bugünkü duyarsız yönetimle gerek tarımda, gerek birkaç gün evvel bir ilaç firmasının çıkardığı sahte ilaçlarla şey konusuyla ilgili de bakanların çıkıp gerek tarım maddeleriyle ilgili olarak, kendilerini ispat etmek adına televizyon karşılarında çilek yediler, nerdeyse o yasaklanan ilacı da yutacaklardı. Şimdi bakınız, burada ciddi bir konu vardır. Ben konunun biraz dışına çıkmak istiyorum. O da şudur, bakınız insanlar bile bile asimilasyona tabi tutuluyor, benim görüşüm budur. Yani eğer bir toplumda insanların sağlığını düşünmüyorsanız, onların nüfus planlamasını da bir noktada böyle ayarlayabilirsiniz. İnsanların ölümüne göz yuman bakanlar hala görevdeyse demek bir noktadan bunlara müsade ediliyor demektir. Ben bütün bakanlardan davacıyım ve o bakanların, yani bu işle bakanların o görevde durmasını, bir dakika dahi durmasını asimilasyon olarak değerlendiriyorum, saygılar sunuyorum.

Çelikler: İyi günler diliyorum, hocam size de teşekkürler verdiğiniz bilgiler için. Biz İstanbul Barosu’nda çevre komisyonu oluşturan bir grup avukatız, çerve ile ilgili yasaların araştırılması ve çevre hukuku bilincinin oluşturulmasıyla ilgili bir amacımız var. Sizinle daha sonra iletişim kurmak üzere bir e-mail adresiniz varsa onun bildirilmesini rica edecektim. Teşekkürler..

Dinleyici: İyi günler beyefendi. Ben bugünlerde yediğimiz meyvelerle ligili bir şey soracağım. Yediğimiz çilekler hani ne kadar da hormonsuz deseler, ne kadar da ilaçsız deseler tad olarak ben eski meyvelerin sebzelerin tadını vermiyor. Bugünlerde daha da büyük, daha da böyle görkemli görüntülü fakat tat yok. Yani açıkçası bilgisiz bir insan dahi geçmişte yediği çileklerle günümüzde yediği çilekleri kıyasladığı zaman haliyle hormonla büyütüldüğünü görecek. Biraz önce katılan arkadaşımızın dediği gibi, yani her ne kadar yerlerse yesinler biz biliyoruz ki onlar hormonlu. Sağlığını düşünen insanlar yemesinler.

Murat Aydın: İyi günler diliyorum. Bundan 15 sene öncesine kadar tarımda bu ülke kendi kendine yetiyordu, hatta Ortadoğu’ya ve Avrupa’ya meyve ve sebze de biz gönderiyorduk, bir yerde biz onları besliyor gibiydik. O zamanlar böyle hormon tartışmaları da yoktu. Şimdi bugün hormondan bahsediliyor. Daha demin pazardan geldim, inanın üç tane böyle çatal gibi çıkmış patlıcandan.. Yani artık şekilleri bir acayip olmaya başladı. Çünkü 15 sene öncesinde böyle tartışmalar da yoktu. Şimdi Türkiye’de tarım sektörü tamamen çöktü.

Erdal Yılmaz: İyi akşamlar Sedat Bey. Şimdi tarımda hormon kullanılmadan yetiştirilemez mi? Neden hormon kullanma gereği duyuluyor, ben bunu çok merak ediyorum. Teşekkür ederim.

Adnan Akbaş: İyi günler efendim. Öncelikle ben şunu söylemek istiyorum, Türkiye dünyada tarım alanında kendi kendine yetebilen 7 ülkeden birisi konumunda. Şu anda öyle değil. Hükümet tarafından İMF’ye verilen direktifler doğrultusunda bazı kotalar getirildi, kısıtlamalar. Şekere olsun, pancara olsun, tütüne olsun, dışardan ithal eder duruma geldik. Ben bunun nedenini soracaktım?

Volkan Çelik: Merhaba. Bir şeyi merak ediyorum, Türkiye’de tarımda planlama ne şekilde yapılıyor acaba, gerçekten bu konuda ciddi bir çalışma yapılıyor mu?

Murat Aydın: Merhaba. Ben az önce de aramıştım, yarım kalmıştı anlattıklarım. Şimdi Türkiye tarımda dışarıya tamamen bağımlı halde. Ve tabi dışarıya da bağımlılığı yetmiyor gibi İMF diyor ki pancar ekmeyeceksin, tütün ekmeyeceksin, onu ekme bunu ekme. Yani bu gidiş nereye, bunun neresi acaba mantıklı? İMF acaba Amerika’ya aynı şeyi söylüyor mu merak ediyorum?

Sedat Küçükay: Bunları İMF mi söylüyor bize acaba?

Murat Aydın: Şimdi direk olarak belki yansıtmıyor ama niyet mektupları böyle. Artık tamamen kendimiz üretip kendimiz dışarıya satmamız lazım, dışarının dayatması olmadan.

Aziz Yıldız: İyi günler. Programınızı devamlı olarat takip ediyorum ve son bu konuyla ilgili olarak da kaçırdım birkaç program. Şimdi özellikle çok üzülüyorum bu konuyla ilgili, tabi marketlerde devamlı bunları görüyorum ben. O kadar çifte standart var ki aslında, bir tarafta hormonlu sebze meyveler bir tarafta hormonsuzlar. Hormonsuzlar 2-3 milyondan başlıyor fiyatları, hormonlular 1 milyondan başlıyor, tercih sunuluyor, böyle çok acayip bir pozisyonda.

Sedat Küçükay: Aziz Bey, dün bunu bir dinleyicimiz de söyledi, yani bir tarafta hormonlular bir tarafta hormonsuzlar.. Bunu nasıl ayırt ediyorsunuz, fiyatından mı ayırt ediyorsunuz, yoksa bunu gerçekten satanlar mı söylüyorlar bunların hormonlu olup olmadığını...

Aziz Yıldız: Bizzat yazılıyor, hormonsuz domotes diye yazılıyor. İnsanlar öyle değişik bir pozisyonda barıkılıyor ki, çok yanlış bir şey. Bir ikincisi, bu konuyla ilgili Tarım Bakanlığından hiçbir insan arayıp programa katılmıyor.

Dinleyici: İyi günler. Piyasadan toplatılan ilaçlar konusunda da insanların bilgisizce konuşmasından biraz yakındım, son iki gündür dinliyorum radyonuzu arabada olduğum zamanlarda. Zirai ilaçlar farklı şeyler, beşeri ilaçlar farklı şeyler. Gerekli olan açıklamalar da lütfen insanlar hekimlerine müracaat ederlerse bu konuda çok daha net ve doğru bilgileri almış olacaklarını düşünüyorum. Bilmedikleri konuda veya bilgilerinin yeterli olmadığı konuda yorum yapmaktan kaçınırsalar, ki hocam da buna katılacaktır emenim, zaten Türkiye’nin temel problemini bu olarak görüyorum.

Hasan Karakaş: İyi akşamlar. Bakın efendim, ben serada domates yetiştiriyorum. Şimdi aynı sera yıllarda her yıl kışın taze soğan, yazın domates, bu ekile ekile ekile bu toprak yoruluyor. Burada yetiştirebilmeniz için bazı büyütücü ilaçları kullanmak zorunda bu sera meyveleri için. Onun için madem ki bu devlet çiftçiye de dekarda 10 milyon lira, o da bu sene başladı, takviye ediyor, destekleme yapıyor, 10 milyon lira nedir efendim. Bizim aldığımız en ucuz ilaç 30 milyon, 15 milyon 30 milyon arasında. Şimdi tüketici feryad ediyor. Efğendim kış gününde hem domates, biber, patlıcan yiyecek hem hormonlu diyecek. Bu çok hatalı bir şey.

Yasin: İyi akşamlar. Sebze meyve işiyle uğraşıyoruz biz. Bu konudaki şikayetlerimiz tabi biz tavanda değil tabanda olduğumuz için birebir satıcıyla biz muhatap olduğumuz için yani şikayetlerin bu konuda çok yoğun olduğu, özellikle son dönemde çilekte çıkan bu tetkikler üzerine şikayetler bir o kadar da arttı. Şimdi ben bu konuyla bağlantılı olarak çok kısa bir şekilde bundan yaklaşık 1 sene önce, insan genlerine, hani hatırlarsanız gen haritasının çözüldüğü haberleri çıkmıştı, buna hipokrat yemini dedikleri şeye sadık kalarak sözde müdahale edilmediğini, fakat müdahale sonucunda bunun geri adımı olmadığını, yani dolaylı olarak bu konuya direk olarak bu tarımlara da uygulanan ilaçların her ne kadar tarım bakanları bu konuda uzman olan kişiler çıkıp işte biz milletin gözünün önünde yiyoruz, bunda bir şey yok demeleri, tam tersine bunda yani aksi bir durum olduğunu gösterir. Ve biz hükümet ve yöneticilerin bu konudaki tespitlerini tam tersinden tahlil ederek doğruya daha çok yaklaştığımıza inanıyorum. Tekrar iyi akşamlar efendim..

Sedat Küçükay: Hocam size dönüyorum, buyrun efendim..

Ahmet Altındişli: Teşekkürler, dinleyicilere de ayrıca teşekkür ediyorum. İki sayfa dolusu soru oldu önümde çok farklı boyutlara uzanan, ortak cevaplamaya çalışacağım gücendirmeden tabi diğerlerini de. İlk başta tabi sıra anlamıyla demiyorum ama Selim Soydemir Bey’in sorusu vardı, arazileri bütünleştirelim mi, tabiki arazi toplulaştırması tartışılmaz bir avantaj. Çünkü arazi toplulaştırması büyüyen parsellerde üretim, yönetim ve arazinin daha rantabl kullanılması şüphesiz avantaj olarak yanımıza geliyor, karlı bir durum, dolayısıyla arazilerin ölçeklerinin büyütülmesi isteniyor, olması faydalı. Birçok bölgede, ülkemizde de örnekleri var, daha da yapılmaıs gereken çok yer var. Ama sorular için de şöyle rastgele toparlayarak konu bütünlüğüyle gidersek, bakırlı tel kafes örneğinden Nurettin Bey bahsetti, tabi Başbakanlık desteğiydi asıl söylemek istediği. Tabi devletin desteği bu konuda çok önemli. Özellikle organik tarım, ekolojik tarım gibi alternatif bir yöntemi ki Almanya Tarım Bakanlığı bu kökün üzerine yeniden yapılanmaya gitti. Bizim bakanlığımız da bu konuda bu sene daha doğrusu bir atağa kalktı. Ben de bunları neden bu kadar rahat söyleyebiliyorum, çünkü Ankara’da birkaç toplantıya katıldım, davet etmişlerdi, ordan haberim oldu. Devlet Planlama Teşkilatı’nın verdiği bir hayli yüksek miktardaki destekle bütün Türkiye bazında araştırmalar ve üretimler anlamında bakanlık da çok ciddi şekilde bu alternatif üretim şekline başlamış oluyor, daha yeni başlanıyor. Çünkü ekolojik tarımda ben bu sene organik tarıma da ekolojik tarıma başladım, ürünüm ekolojiktir diyemiyorsunuz. Bir geçiş periyodu denen bir süreç var. Kurallara uygun üretim yapıyorsunuz ama ürününüzü ekolojik olarak satamıyorsunuz, bu çok yıllık bitkiler yani meyva ağaçları için, 2 yıllık ya da 3 yıllık bir geçiş dönemi demek, ancak ondan sonra topraktaki komtaminasyonlarla elemine olduktan sonra, bir geçiş süresi de söz konusu, ancak çok bakir, yani hiç kullanılmamış bir alanı kullanırsanız onu alabilirsiniz.

Sedat Küçükay: Hocam aklıma çok değişik değişik sorular geliyor. Şimdi toprağın arınması, temizlenmesi diyorsunuz. Peki bu toprağa ilaçlama yapan kişiler bu topraktan bu ilaçlar nasıl temizleniyor? Veya bu topraktan bu ilaçlar nerelere gidiyor, insanın aklına böyle şeyler de geliyor. Şimdi bu kadar soru varken bir de benim sorum gelmesin üstüne ama isterseniz bunu aklınızın bir kenarına not edin de bunun da yanıtını rica edelim sizden.

Ahmet Altındişli: Evet, önemli bir soru. Bu kapsamda ancak 2-3 sene sonra ekolojik ürün olarak sertifika almaya hak kazanıp, sertifikanızla bu pazara giriyorsunuz. Bu bir dinleyicimizin de sorusu dolaylı yoldan, Aziz Yıldız Bey’in, hormonlu hormonsuz farklı fiyat ayrı duruyor diyor. Şimdi zaten ana sorun noktalarından biri de o. Sertifika sistemiyle ekolojik tarıma bu ihtiyaçtan dolayı geldi. Çünkü sertifikasyon sistemi dünya bazında uygulamaya girmeden önce malesef yurt dışında da bazı insanların kısa yoldan müşteri kapmak ve para kazanmak amacıyla ekolojik üretmediği ürünlere de ekolojik ürettiğinin beyanına dayanıyor. Daha sonra tüm dünyaca onaylanmış ve kabul edilen uluslararası bir sertifikasyon sistemine ihtiyaç olduğu ortaya çıktı. Ve sertifika alınarak garantili şekilde tüketiciye ulaştırılıyor. Dolayısıyla sizin sorunuzla paralel, hormonsuz domatesi nasıl anlıyorsunuz, ancak zor tabi karşıdan bakarak. Yalnız ben hormon konusunda dinleyicilerimizin dolayısıyla kamuoyunun fazlaca heyecanlandırıldığını düşünüyorum. Çok fazla üzerine gidildi. Çünkü gerçekte hormon tehlikenin küçük bir bölümünü oluşturuyor. Çünkü hormon kullanımı tarımda böyle her meyveye her sebzeye uygulanmıyor. Ağırlıklı olarak seralarda, seralarda da belli ürünlerde kullanılıyor daha ziyade domates, patlıcan, kabak grubuna, diğerlerine kullanılmıyor. Mesela salatalığa kullanılmıyor.

Sedat Küçükay: Bunların zamanı var mıdır hocam?

Ahmet Altındişli: Bir de zamanı var. Tabi serada hava koşullarının döllenmeye uygun olmadığı dönemde döllenmeyi sağlayabilmeniz için kimyasal olarak dişiyi uyarıyorsunuz, böylece meyve oluşumunu sağlamış oluyorsunuz ve bu çok erken dönemde yapılıyor. Zaman içinde bu kimyasallar parçalanıyor. Temelde tarım ilacı olsun, hormon olsun hepsi birkimyasal ve bu kimyasalların hepsinin de kullanıldıkları üründe maksimum bulunması gereken kalıntı miktarları var. Bu kalıntı miktarının altındaysa eğer bu kimsayal değer, o zaman yasal olarak bu ürün insan sağlığına aykırı olmadığı kabul ediliyor ve satışı serbest olarak düşünülüyor ve yenmesi de tabi, tüketilmesi de serbest oluyor. Sorun burda zaten. İki sorun var; bir tanesi bu saptanan değerler, tıbbi ilaçlarda da herhalde paraleldir. Ben Ankara’dan ilaç konusunda çalışan arkadaşımızın görüşüne gönülden katılıyorum. Malesef konuyu bilen bilmeyen birçok kişinin yanlış beyanları belki toplumu yönlendirdi. Tekrar dönüyorum, bugün gazeteler ve televizyonları dinlediğimizde sanki tek sorun hormonmuş gibi izlenim çıkıyor. Halbuki tarım ilaçlarının hatalı kullanımından kaynaklanan tehlike hormonla karşılaştırıldığında kullanım miktarı ve kullanım sahası nedeniyle çok daha büyük bir risk olarak karşımıza geliyor. Çünkü tarım ilaçları sera haricinde açıktaki kullanılan, üretilen bütün meyve sebzelerde de kullanılıyor. Dolayısıyla risk her yere yansıyor. Şimdi tekrar maksimum kimyasal maddelere dönüyoruz. Bunların kontrolü yapılıyor ama yeterli miktarda değil. Yeterli miktarda olsa bile bunun bir şekilde denetlendiğinin ve izlendiğinin ortaya konması gerekiyor, bu birinci sorunu. Bir diğer sorun da, ben bazı toplantılara da katıldım yurt dışında bu anlamda, bundan 10 sene önce, atıyorum, A ilacı için 25 milyonda 25’lik bir miktarın sorun olmadığı söylenen A ilacını bakıyoruz geçtiğimiz yıl aynı ülkeler 0,5 gibi çok çok çok düşük bir seviyeye düşürme önerisiyle geliyor. O zaman şu soruyu soruyorsunuz, bu 10 senedir 25 rakamına güvenerek bunu yiyen insanlar ne yapacak? Cevap, analiz teknikleri gelişti, metodoloji gelişti, o nedenle bu farkı şimdi farkettik diyorlar ama en doğrusu belki de hiç kullanmadan bu tip ilaçları hiç kullanmadan üretim yapmak olacak sonuçta.

Sedat Küçükay: Sonuçta ekolojik tarıma daha çok önem vermek.

Ahmet Altındişli: Evet, yüzdesini artırmak.

Sedat Küçükay: Ve daha arınmış, saf bitki ve sebzeye ulaşmak diyeceğim. Efendim müsade ederseniz yeniden hattıma dönmek istiyorum, dinleyicilerimizin görüşlerini almak istiyorum..

Ahmet Erdemli: İyi akşamlar. Efendim böyle bir program yaptığınız için teşekkür ederim. Efendim şöyle bir soru sormak istiyorum ben sizlere; tarımla ilgili Türkiye’nin planı var mı, bir programı var mı? Mesela Japonya’da insanlar eğitiliyor 24 saat ve plan yapıyorlar bunlar, ne üreteceğiz, nasıl üreteceğiz, kimlere satacağız, içeriye ne kadar satacağız, bunları çarpıyorlar, topluyorlar, buna göre insan yetiştiriyorlar, bitki yetiştiriyorlar filan.

Sedat Küçükay: Evet hocam, size dönelim yeniden.

Ahmet Altındişli: Bir dinleyicimiz çileklerde ben eski tadı bulamıyorum diye güzel bir noktayı hatırlattı. Ülkemiz biyolojik çeşitlilik açısından dünyanın sayılı ülkelerinden, yani biz gerçekten çok avantajlıyız o konuda. O kadar zengin bitki örtümüz ve çeşitliliğimiz var ki ancak bunu da korumamız gerekiyor. Ancak özellikle sebzeler başta olmak üzere yeni geliştirilen çeşitler, rengi, büyüklüğü, belki de standartlığı getiriyor ama malesef ıslahta her şeyi yüzde 100 yeni çeşide aktaramıyorsunuz, rengi çok kırmızı oluyor, içi boş kalıyor. Kokusu çok güzel oluyor, ekşi oluyor. Yani mutlaka bir zayıf yönü kalıyor ve doğallık gidiyor. O nedenle bizim kendi biyolojik çeşitliliğimiz, yani kendi işte Çengelköy hıyarı olsun, yerli çileğimiz olsun, bu yerli çeşitlerimize özellikle tüketicilerin destek vermesi çok önemli. Bir de yetiştiricilikte yine ister istemez ekolojik tarım, organik tarıma geliyorum. Suni gübrelerle bitkiyi siz çok fazla hızlı büyümeye teşvik ettiğiniz oranda bünyesinde su oranını artırarak hacmen büyüyor. Ama lezzet, yani tüketici anlamında söylersek çok basit, tat ve lezzet dediğimiz yön zayıf kalıyor. Buna karşın biz aynı çeşitleri organik tarımda çiftlik gübresiyle, yeşil gübreyle, doğal maddelerle gübrelediğimiz, yani eskiden çiftçimizin yaptığı gibi koku ve lezzet açısında da büyük farklar görüyoruz.

Sedat Küçükay: Hocam yeniden hattıma dönmek istiyorum, bekleyen dinleyicilerimiz var hatta..

Zafer Akşit: İyi akşamlar. Efendim benim babam Ahmet Akşit 37 Ankara mezunu, ilk ziraat fakültesi mezunlarından, Profesör Ali Balabam ile birlikte ilk toprak tarım reformunu yazan kişi. Bornova Ziraat okullarını kuran ve ilk müdürlüklerini yapan kişi. Evde biz birçok zamanlar konuşurduk ve şimdi babamın zamanında yazdığı toprak tarım reformunun böyle parça parça aklımda kalan şeyler, yapılmayan şeylerin şimdi su üstüne çıktığını çok rahatlıkla görüyorum. Şimdi yolda dinlerken esasında eve gelirken sizi yolda dinliyordum ve organik üretimde işte yılda iki kere denetim yapıldığını söyledi hocamız ve diğerlerinde de olabildiğince, işte esasında Türkiye’nin galiba içinde bulunduğu durum burda saklı. Yani doğru yapana yılda iki defa denetim, yani alabildiğini yapana da eh olabildiğince denetim. Sanırım benim söylemek istediğim de bir şey var, hiçbir şekilde insanların zora koşularak yani birtakım şeylerin yapılmasını istemem. Ama sanıyorum ziraat fakültesi mezunlarının da belli bir süre mecburi alan çalışmasına yönlendirilmesi şart. Yani koskoca bir 4 sene okuduktan sonra müthiş bilgilerle donandıktan sonra masa başına dönüp de sabah 8 akşam 5 çalışan ziraat fakültesi mezunlarına gerçekten çok üzülüyorum ve Türkiye’ye de bir katkıları olmadığını zannediyorum. Teşekkür ediyorum.

Murat Toksöz: İyi akşamlar. Üretici ziraat mühendisiyim.

Sedat Küçükay: Ne kadar güzel, bugün ziraat mühendisleri gerçekten çok ilgililer bu meseleye, buyrun efendim.

Murat Toksöz: Çünkü bizim mesleğimiz bu. Ben ilk önce böyle bir programı yaptığınız ve bilinç düzeyini toplumda artırdığınız için çok teşekkür ederim. Sürekli olarak çevremdeki insanlara diğer inorganik gübreler ve kalıntılarla ilgili saatlerce konuşma ihtiyacı duyuyorum. Ayrıldığım ortamdan arkasından benim için çok kötümser, biz ne yiyeceğiz diye yorumlar yapıldığını arkadaşlarım iletiyorlar. Şimdi ben hocama şunu sormak istiyorum, hem üretici olarak hem tüketici olarak, evet ben şu anda domates üretiyorum aynı zamanda hıyar yiyorum, aynı zamanda portakal yiyorum, aynı zamanda buğday yiyorum. Ve üretim şekilde üretenler olduğunu da düşündüğüm zaman ben nasıl üretiyorsam yediklerim de öyle. Ama şunu da sormak istiyorum; ben finansal açıdan bir yatırım yapıyorum, hormon demiyorum bakın, hocam çok iyi bilir ki domateste en önemli hastalıklar arasından bir tanesi şeydir, ben açık alanda domates üretiyorum. Ve açık alanda domates üretirken eğer havalar yağışlı giderse hastalık başlıyor. Öyle bir hastalık ki, hocam daha iyi bilir, üç gün içerisinde benim domatesimin tamamı gidiyor, bu daha önce Bandırma’da oldu, Balıkesir’de oldu. Ben şunu sormak istiyorum, kalıntı olmadığı zaman olayın sadece bir boyutunu, Avrupa’daki bir boyutunu önümüze koyuyorlar. Avrupa’da bir gerçek var, bir fatura var. Siz eğer bu riski göze alırsanız, şey kullanmadan domates üretme riskini göze alırsanız ve eğer ürününüz şeylerden ari olarak kullanıldığını bir yerden şey alırsa normalden domatesin kilosu 1 milyonlurayken siz 3 milyon liraya satarsınız, Türkiye’de bu oluşum yok. Ayrıca bana üniversiteye yapmış olduğu araştırmalara laternatif bir mücadele yöntemi sunmuyor. Radyolarda, televizyonlarda, gazetelerde problemi ortaya koyuyorlar, çözüm yöntemleri olarak biz çalıştık ve şunu şöyle yaptık da denmiyor. Ben bir ziraat mühendisi olarak şunu rica ediyorum, 12 yıldan beri bu sektörün içindeyim, 12 yıldan beri teknik servis veriyorum insanlara. Ama ben şunu anlamıyorum, üniversitelerin kampüslerinden dışarı çıkıp da arazide dolaşan hoca görmedim. Problemleri sadece ve sadece konuşarak değil, icraatlarla neler yapmak istediklerini anlayamıyorum. Konuşurken bize biraz da faturanın üretici yönünden tüketici tarafından nasıl kompanse edileceğini anlatsınlar.

Adnan Tuğ: İyi akşamlar efendim. Ben kontrol şefiyim. Şimdi ben problemim şu, bize de bugün yazı ulaştı elimize, kontrolle ilgili. Bunlar diyor ihracattan önce yapılacak. Şimdi kontrol müdürlüğünü aradım, dedi ki bana, işte mutlaka örnek biz alacağız ve yapacağız. Ne kadar zamanda biter bu iş dedik. Örneğin biz şey ihraç ediyoruz, yani aynı gün mal gelir, paketlenir ve tıra yüklenir gider. İki günde biter diyor. Yani bunu tabi sanal olarak konuşuyor. Çünkü Mersin’den yaklaşık günde belki 50 tır çıkar, bu işi nasıl organize edecekler, ben onun için aramıştım..

Sedat Küçükay: Yani ben iki gün bu malı nasıl bekleteceğim mi diyorsunuz efendim..

Adnan Tuğ: Yani bekleteceğim, bir de hadi benimki tamam, ama 50 tane insan nasıl tırla kontrolünü bitirip devam edecekler. Yani bu işin organizasyonu nasıl olacak?

Mithat Demirhan: İyi akşamlar. Ben zirai ilaç satıcısıyım...

Sedat Küçükay: Neler satıyorsunuz efendim, bir anlatın bize..

Mithat Demirhan: İlacın her türlüsünü artı dohum ve ilaç satıyorum..

Sedat Küçükay: Bunlar zararlı mı böyle gerçekten?

Mithat Demirhan: Şimdi bakın bunlar kontrolsüz kullanıldığı zaman tabiki zararlı. Ama kontrollü kullanıldığı zaman kesinlikle zararı yok. Dolayısıyla şimdi ben biraz önce hocam çok güzel bir konuya değindi. Hormon ve ilacı birbirinden ayırmak gerekiyor ve her şeyi hormonlu olarak lanse etmek çok yanlış. Şimdi domateste hormon kullanılıyor ama salatalıkta kullanılmıyor. Şimdi bizim bölgemizde çilek yetiştirilmiyor ama çilek yetiştiren arkadaşlara da sordum, çilekte hormon kullanılıyor dediler. Dolayısıyla şimdi bu iki şeyi birbirinden ayırmak gerekiyor. Bir de kontrollü üretimin sorunu çözeceğine inanıyorum. Kaldı ki sadece yani işi tarım olayıyla ele alıp bütün insan sağlığını tarıma endeksleme de doğru değil. Bugün bir tekstil sanayinde de kimyasallar kullanılıyor. Dolayısıyla yani onların da vücudumuza, insanlara zararı var. Bunların da kontrol edilmesi gerekiyor. Kaldı ki hayatın her aşamasında, trafik kazaları oluyor diye arabaları mı yasaklayacağız. Organik tarım gerçekten çok Türkiye’de organik tarıma tamamen geçilmesi gerekiyorsa bu çok büyük bir aşama istiyor. Hocamız da bahsetti tabi, 3 sene 5 sene gibi bir zamanla oluyor. Dolayısıyla böyle bir süreç içerisinde de sebze fiyatlarının ne kadar büyük yükseleceğini bir düşünmek gerekiyor. Ve Türkiye buna hazır değil her şeyden evvel.

Recep Taşkıran: İyi akşamlar. Şimdi hocama sorularım vardı. Ziraat fakültelerinde ekolojik tarıma araştırma ya da denemeler yapılıyor mu şu anda, onu soracaktım. Bunun yanında Türkiye’deki nüfus aparalel olarak bu hormon ya da ilaç benzeri ürünlerde artış var mı, yani nüfusa paralel mi gidiyor bu olay? Acaba Türkler’in veya Türkiye’nin ağız tadı mı değişti? Türkmenistan’daki bir öğrenci var üniversitede, gelmiş bizim Edirne’de okuyor. Adamlar direk kavunu kurutmuşlar yiyorlar, yani meyva suyu denen bir şeyi tanımıyor adamlar. Acaba yani bizde de ağız tadıyla ilgili bir sorun mu var?

Sedat Küçükay: Hocam yeniden size dönelim, sizin çünkü söyleyecek epey bir şeyiniz olsa gerek. Sizin burda olduğunuzu duyan dinleyicilerimiz de sizden gerçekten bilgilenmek için epey bir telefon hattımıza geldiler. Buyrun efendim..

Ahmet Altındişli: Evet, sondan geriye doğru toparlamaya çalışayım, yine farklı sorular var tabi. Öncelikle ekolojik tarım ya da organik tarımı şöyle algılamamız lazım; Türkiye’deki mevcut tarım sistemini komple lağvedeceğiz, yerine yüzde 100 her şeyi organik üretmek üzere yeniden yapılanacağız diye bir sonuç çıkarmamak lazım. Tüm dünyada olduğu gibi bu tamamen taleple birlikte beraber gelişmesi gereken bir şey. Yine de kabul etmeliyiz ki tarımın yüzde 80’i ya da yüzde 90’ı en iyi koşulda bile ilaçla ve gübreyle yapılacak. İşte bu noktada Mithat Demirhan’ın görüşüne ben de katılıyorum. Ama yüzde 100’ünün organik olmayacağını hatırlatmak istiyorum, iki yıllık üç yıllık geçiş döneminde hani hiç ürün olmayacak, fiyatlar ne olacak gibi haklı olarak bazı endişeler dile getirdi. Ama ilaçla yapılacak yetiştiriciliğin tamanının kontrollü olarak yapılması, daha önce bahsetmiştim, önerinizden bahsetmiştim sanıyorum ilerleyen dakikalarda tekrar gündeme getireceğiz. Bu arada Murat Toksöz isminde bir meslektaşımızın çok hoş görüşleri oldu. Çevresini ilaç ve gübre konusunda gerçekten bilinçlendirdiğini söyledi. Benim hem Murat Bey’e hem de daha önce bir avukat hanım iletişim kurmaktan bahsetmişti. 1992 yılında biz bu konuda dernek kurduk İzmir’de. Murat Bey’i de davet ediyorum hem haberleşme amacıyla hem de üye olmasını öneriyorum. Derneğimizin adı Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği, merkezi İzmir’de. Adresini de vermek istiyorum, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi B Blok, 3. Kat, 35100, İzmir. Telefonla ulaşmak isteyenler için de 0 232 388 18 65 ile bize ulaşabilirler. Tabi Murat Bey’in sanıyorum domateste bazı sorunları var. Biz kurutmalık domates en aşağı 6-7 yıldık yetiştiriyoruz ve ihracat ta yapıyoruz. Dolayısıyla Murat Bey’in endişe ettiği konularla bize temas ederse boşuna üzüldüğünü ve bu işin alternatif çözümlerinin de olduğunu kendilerine ileteceğiz. Bu arada hemen son konuşmacımızın, ziraat fakültelerinde denemeler var mı diyor.. Tabi ekolojik tarım, kuru üzüm, kuru incirle başladığı için ülkemizde, yapılanma ve gelişimler tabi İzmir ağırlıklı oldu. Ama şu anda Türkiye’nin her yerinde var. Fındık Giresun’da, kaysı Malatya’da, Kahramanmaraş’ta pamuk, Ege’de işte kuru üzüm kuru incir, Akdeniz’de birçok ürünümüz var. 95 farklı ürün olduğunu söylemiştim, tekstil de girdi bunun içine. Sadece yenen gıdalar diye düşünmememiz lazım. Bal var, gül suyu, gül yağı var Isparta’dan, Ispartalı dinleyicimize de bu konuda hatırlatma yapmak istiyorum. Ve bu konuda araştırmalar 1990 yılında başladı. Ekolojik tarım 1984’te başladı ülkemizde ki ben ilk başlayanlardan biriyim. Ama bilimsel araştırmalar 1990’dan sonra devam etti. Birçok konuda araştırma halen devam ediyor, hatta seradaki üretime kadar uzanan konularda araştırmalar var. Bizle temas ederlerse yardımcı olabiliriz. İlaç artışları nüfusa paralel mi? Güzel bir soru, ancak nüfusa paralel bir artış olup olmadığını benim direk konum olmadığı için bilmiyorum. Ama şunu biliyorum, Türkiye’de tarım ilaçlarının hektar başına kullunımına bakarsanız, çok yüksek görünmüyor bütün Türkiye’yi dikkate alırsanız. Ama gerçek tarımın, yoğun tarımın yapıldığı Ege ve Akdeniz bölgesine baktığımızda, Marmara’ya Türkiye’de kullanılan tarım ilaçlarının büyük bir kısmının da bu bölgelerde kullanıldığını görüyoruz. Dolayısıyla birim alan başına kullanım hiç de az değil. Bu arada Türkler’in ağız tadı değişti mi diye bir hatırlatma yapıldı. Tüm dünyayla, globalleşmeyle beraber sebze ve meyvecilikte ürünerin pazarlamasında da tüm dünyanın uyguladığı standart sistemlere biz de yavaş yavaş eklendik. Yani salatalıkta standart çapı olacak, tornadan çıkmış gibi standart boy olacak, çünkü kasalamada, pazarlamada, müşteriye sunumda, albenide bunlar avantaj getiriyor. Ama bu standartı sağlayalım derken diğer taraftan da belki tattan ve diğer özelliklerden de kayıplara uğradık malesef.

Sedat Küçükay: Efendim müsadenizle yeniden telefon hattıma dönmek istiyorum..

Özlem Altındişli: İyi günler. İzmir’den arıyorum, programınız için sizleri tebrik ediyorum, gerçekten hem basın olarak hem halk olarak son derece ciddi bir konuda halkın ilgisini de ayakta tutuyorsunuz, başarılar diliyorum. Ben tabi çok kısıtlı bir sürede hocamız birbirinden değerli sorulara ama çok sayıdaki sorulara cevap vermeye çalışıyor. Konuklarınızdan, telefonla bağlantı kuranlardan birinin ben sorusu ve merak etiği şeyler üzerine görüşümü bildirmek için aradım. Gerek üniversitelerimizde, gerek araştırma kuruluşlarımızda, Tarım Bakanlığı’na bağlı olarak, tarımla ilgili her konuda çok sayıda araştırma yapılmakta. Kendimiz de, ben de bir araştırma kuruluşunda çalışmaktayım. Ve gerçekten arazilerde mesai arkadaşlarımız özveriyle değerli çalışmalar yapmakta. Ancak gözden kaçırılmaması gereken bir konu var. Malesef ülkemizde hem üniversitelerimizde, hem de araştırma kuruluşlarımızdaki araştırıcı sayısı çok az, hatta yetersiz. Bu nedenle tabi üreticilerimiz ya da konuda, bu konuda, bu konuya uzakta olan kişiler bizlerin yeterince görev yapamadığımızı düşünüyor olabilirler. Ancak bütün meslektaşlarımız özverili çalışmakta. Halkımız bu konuda tabiki merak içerisindeler. Bir de sadece, tabi bugün programınızı organik tarıma ayırdınız, ekolojik tarıma ayırdınız, ama bunun yanında Tarım Bakanlığımızın 16 farklı üründe entegre mücadele adı altında yürütmekte olduğu projeler var. Üstelik bu projeler mümkün mertebe pilot alanlarda değil geniş alanlarda uygulanmak üzere alınmış projelerdir. Yani sözde kalmaz, geniş alanlara uygulanmak üzere çiftçiyle işbirliği halinde yürütülen projelerdir. Elbette ki ekolojik tarım bugün dünya yüzünde insan sağlığı açısından en güvenilir üretim biçimi.

Sedat Küçükay: Ama sadece ekolojik tarımla da olmuyor galiba değil mi, ben hocamdan aldığım bilgileri satıyorum size..

Özlem Altındişli: Yani alanlarımızın yüzde 100’ünü ekolojik tarımla değerlendirmemizi tabiki arzu ediyoruz ama bu pratik anlamda mümkün olmuyor. Ancak entegre mücadele, halkımızın şu an kaygı duyduğu birtakım konuları en aza indirgeyen, birtakım riskleri en aza indirgeyen üretim biçimlerinden birisi. Tabi entegre mücadele de yeterli değil. Entegre ürüne gidiyor artık dünya. Üretimin tüm aşamalarında entegre kavramını kullanıyorlar. Ancak bizler bunun sadece entegre mücadele, yani halkın anlayabileceği biçimde ifade edersek, kimyasal şey grubunun, yani bizlerin ürünlerdeki hastalık ve zararlarla mücadele aşamasında kullandığımız şey grubunu en az kullanan mücadele biçimidir. Ve bu ilaçların, bu şeylerin içerisinden de insana, çevreye, hedef dışı organizmalara en az toksik etki taşıyan ilaçları seçer.

Tayfun: İyi akşamlar. İzmir Ticaret Odası Meclis Üyesiyim. Cuma günü sizin bahsettiğiniz konularla ilgili odamızda bir panelimiz var, gıdalarda olası riskler ve değerlendirmesi paneli. Bu toplantıya sizleri ve konuşmacıları, ilgi duyan tüm İzmirliler’i davet etmek için sizi rahatsız ettim. Konularınız çok enteresan, biz iki senedir bu konu üzerinde çalışıyoruz. Tarımsal ilaçlar ve doğurduğu riskler, konu kapsamları.. Hayvansal ve bitkisel gıdalarda riskler.. Ve bakanlıktan da bir eleman, Tarım İl Müdürlüğünden bir arkadaşımız da bunları cevaplandıracak ve en sonunda da soru cevap karşılıklı bir panelimiz var, sizleri bekliyoruz efendim.

Sedat Küçükay: Tayfun Bey çok teşekkür ederim bu bildiniz için, sağolun efendim. Hemen diğer hattımıza dönüyorum..

Savaş Koçyiğit: İyi günler. Biliyorsunuz 70 ve 80’lerden itibaren Türkiye’de göç politikası uygulandı ve insanlar köylerinden, oturduğu memleketlerinden İstanbul’a, metropolleri göç etmeye başladı. Ve bu politikalar İMF politikalarıydı ve bugün bizi yönetenlerin politikasıydı. Şimdi o tarımı bitiren, hayvancılığı bitiren politikalar tekrar hayvancılığı veya tarımı tekrar ayaklandırmaya çalışıyorlar. Bu nasıl bir iş anlayamadım ben. İMF’nin politikaları, bugünkü zihniyetin politikaları bitirdi tarımı.

Metin Akkaya: İyi akşamlar. Benim söylemek istediğim, bu tarım alanlarını yerleşim alanlarına açtılar. Biz hep aynı yerde ürünleri ekip, yani beslenme gücü kalmıyor toprağın. İstanbul tarım alanı, neden yerleşime açıldı ve buna benzer yerlerin kapatılması, yani yerleşime kapatılması için bir çalışma yapılamaz mı?

Fazıl: İyi akşamlar. Efendim ben deminden beri konuşmaları takip ediyorum..Şimdi tabi İMF’den efendim bizim ekimimize itiraz ediliyor mu, tarıma karışılıyor sözü çıktı. Ben 45 sene önceki olan deneyimimi söylüyorum, o zaman Michigan Üniversitesi’nde talebeydim. Efendim çiftlikte yaşayan bir kızarkadaşım vardı. Ve o kızımız da her sene dikdikleri buğdayın veya ürünün Tarım Bakanlığı’nın elemanları tarafından karar verildiğini, her ürünü dikemeyeceklerini söylemişti.

Sedat Küçükay: Yani ülkenin ihtiyacı neyse onu mi dikiyorlardı Fazıl Bey..

Fazıl: Efendim toprağın ihtiyacı neyse. Şimdi düşünün soya fasulyesini efendim dikmek Türkiye’de hiç kimsenin aklına gelmiyor, ama 7 senede 1 Amerika’da adam soya fasulyesi diktiriyor. Neden? Nadas yerine toprağın ihtiyaç duymuş olduğu belirli gıdayı verebilmek için onu yapıyor. Mısıra müsade ediyor, pancara müsade ediyor, topraktan ürün alabilecek ürün için yönlendirme yapıyor. Zaten ilmin ve bilimin de gerektirdiği bu. Ben bu konuda hatırlatmada bulunmak istemiştim, iyi akşamlar...

Sedat Küçükay: Hocam artık sözü size bırakıyorum, telefonlarımıza isterseniz burda son verelim, çünkü ancak cevaplandıracaksınız. Buyrun efendim..

Ahmet Altındişli: Evet, ekolojik tarımın en önemli prensiplerinden biri de rotasyon, yani hedef toprağı sömürmek değil, ürünün şeyini değiştirerek sürdürülebilir bir üretimi sağlamak. Dolayısıyla Isparta’dan arayan o çiftçimizin şikayeti gibi veya son konuşmacımızın söylediği gibi biz de bu ana kuralı mutlaka uyguluyoruz, özellikle tek yıllık bitkilerde. Bir konuyu hatırlatmak istiyorum ekolojik tarımla ilgili. Bir de ne yapabilirize geleceğim.. Öncelikle ekolojik ürünleri sadece gıda ürünleri olarak düşünmememiz lazım, bugün dünyadaki ürünlere baktığımızda kesme çiçekten diş macununa, diş fırçasına, mobilyaya, şu an günümüzde kullandığımız her şeyi görebiliyoruz, vitaminler, makyaj malzemesi, birçok ürün var, binlerce ürün var. Bundaki hedef şu, tabik öncelikle kendimize kalıntı taşımayan sağlıklı ürünler ulaştırmak. Ama yapılan anketler gösteriyor ki üreticiler birçok ekolojik üretilmiş kullanacakları ürünü satın aldığında o ürünün üretiminde veya işlenmesi sırasında kullanılan yöntemin çevreyi tahrip etmediği, çevreyi kirletmediği, dolayısıyla çereyi de koruduğunun bilincinde olduğu için kullanılıyor. Ülkemizde ekolojik üretim hep var diyorum, nerelerde bulabilir diyebilir belki tüketiciler, şu anda 65 mağazada, sadece spesifik ekolojik ürün satan mağazalar var, İstanbul bu konuda başı çekiyor mağaza sayısı olarak. Bir de büyük marketlerde birer köşe halinde yer alıyor. Bunun artarak devam etmesi hem üretici sayısın artıracak, hem de tüketicilerimize bu sağlıklı ürünleri daha kolay ulaştıracak. Şimdi asıl önemli soruya geldik. Ne yapabiliriz? Bizim 5 yıl önce Prof. Dr. Ertan İlter hocamızla beraber bir tarımsal danışmanlık ve sözleşmeli tarım isminde bir kamuoyu oluşturmak amacıyla tebliğimiz de olmuştu, bir sempozyumda bunu vermiştik. Ama o zaman bu konular aktif gündeme gelmediği için çok fazla tartışılmamışta. Günümüzde yine aynı öneriyi getiriyoruz. Öncelikle ne yapmalıyız? Öncelikle tarımın büyük bir kesimini oluşturan ilaçlı ve gübreli tarım şeklimiz olan konvansiyonel tarımda iyi tarım uygulamalarını getirmeliyiz. İyi tarım uygulamalarının temel taşlarından biri entegre zirai mücadele. Yani daha az sayıda ilaçlama, daha az toksik etkide bulunan ilaçları seçme, bununla beraber sadece ilaçlama açısından bakmak yetersiz. Her ürünün kendi istediği, budama veya dikim mesafesi gibi bu tip kültürel tedbirleri de son derece başarıyla uygulamamız gerekiyor. Çünkü bu tedbirleri başarıyla uygularsak ilaçlama ihtiyacımız azalıyor. Paralel gidiyor. Üçüncü nokta da bitki besleme.. İşte yeraltı sularını kirtelen, çevreye toksik etki yapan gübrelerle değil ihtiyaç kadar mümkün olduğu kadar çevreyi tahrip etmeyen gübreleme sistemlerini kullanmak, işte çok aşırı gübreleyerek iri yapmak, büyük yapmak değil, gerçek tadında ve gerçek büyüklüğünde bırakmak. Çünkü sağlıklığının dışında aşırı büyümeye zorladığınızda bu kez dokular da zayıflıyor ve bu kez zararlılar da daha fazla saldırıyor, fayda bulayım derken olumsuz şeyle de karşılaşabiliyorsunuz. Tabi bunların çok fazla örnekleri var. Önerimiz nedir, bizim önerimiz; tarımsal tanışmanlık ve sözleşmeli tarım özel bürolarının kurulmasını öneriyoruz. Bu bir öneri.. Bu birçok genç enerjik arkadaşımız var, bu bürolar Tarım Bakanlığı’nın yasal hukuki sorunlarının altyasını hazırladıktan sonra başvuranlara izni verebilir ilgili bakanlıklar. Ve bu büroları sıkı sıkıya denetleyebilir. Bu büroların temas edeceği tabiki asıl iki önemli nokta var, biri üretici, diğeri de tüketici. Üretici kesiminde üreticilerin de biz gruplaşmasını ve bir araya gelmesini öneriyoruz. Üretici birlikleri olabilir, kooperatifler olabilir. Ama bu başarılamazsa bireysel temas da olabilir. Mutlaka sözleşme öneriyoruz, çünkü yapılan önerilerin sonuna kadar takibi her iki tarafta da takibi önemli. Tazminat ve eğer uyulmazsa uygulamalara, tazminat devreye girebilir. Şimdi diğer önemli şeyi söylemek istiyorum; tüketici.. Tüketicide de mutlaka laboratuvar devreye girmesi gerekiyor. Üretilen ürünlerin örnekleme metoduyla mutlaka partilerden alınıp her parti analiz edilemeyebilir ama rastgele bu örnekleme yapılabilir. Ancak ödül olduğu gibi ceza da olmalı, sorumluluğu herkes paylaşmalı. Eğer yasal kalıntı seviyesi üzerinde herhangi bir kontaminasyon bulunursa üründe hukuki işlemyapılıp ürün imhasına kadar gidilebilmeli. Bu noktada iki önemli desteğe daha ihtiyacımız var; biri tüketici dernekleri diğerleri üretici dernekleri. Çok güzel bir örnek vermek istiyorum. Birkaç ay önce Avusturya’da yaş meyve, Türkiye’den yapılan yaş meyve ihracatında bir yaş meyvemizde Avusturya kanunlarına göre bir ilacın kalıntı değerinin fazla bulunduğu, tüketici derneği tarafından tespit edilmiş ve ihracatı gerçekleştiren firma mahkemeye verilmiş. Bunu tüketici derneği yapıyor. Bizde de biraz önce de haberlerde vardı, köprü fiyatları da düşürülmüş. Demek ki biz kendi haklarımıza sahip çıkmalıyız. Bütün bu sistem bize ne getirecek? İlaçların reçetelerin kontrollü kullanımını getirecek, sonuna kadar takip çok önemli. Çevreye daha az zarar veren girdilerin kullanımlarından bahsettim. Ama bir önemli nokta daha var ki izlenebilirlik. Kimlikli ürün girdilerin kaydedilmesi ve özellikle son noktada paketten veya kasadan üreticiye kadar ulaşabilmeyi de başarmamız gerekiyor. Bu organik tarımda mümkün. Diğer tarım şekillerinde de bunu gerçekleştirmemiz gerekiyor. Tabi sözleşmeli ve anlaşmalı üretim sistemle beraber geliyor, kalıntı takibi laboratuvarlarla geliyor. Ve üretimde yer alan tüm tarafların sorumluluğu paylaşması gerektiğini tekrar hatırlatmak istiyorum.

Sedat Küçükay: Hocam çok teşekkür ederim iki saat bizimle birlikte oldunuz ve görüşlerinizi bizimle paylaştığınız, dinleyicilerimizin görüşlerine getirdiğiniz ve yanıtlar verdiğiniz için.

Ahmet Altındişli: Rica ederim, ben teşekkür ediyorum.

Sedat Küçükay: Evet efendim, doğanın dengesi yerinde oldukça, ırmaklar yolunda aktıkça yarın Halkın Sesi’nde yine sizinle birlikte olmayı diliyoruz. Yapımda ve yayında emeği geçen tüm Halkın Sesi ekibi adına saygılar sunarım efendim...

kaynak:Ntvmsnbc
  • Bu haber için yorumlar (0 adet)

    • Geri İleri

Son Yorumlar

afiyetle

3 malzemeli kurabiye için:

Malesef yağ olarak kullanılmaktadır.

Anonim

3 malzemeli kurabiye için:

Tahin Koymasak Olurmu

nisa.

Çikolata dolgulu portakallı kurabiye için:

Vanilya koymasam olur mu?

merve sarkaya

Ali Nazik için:

Hemen marketten eksikler alınıp yapılıyor

elifim490

Havuçlu cevizli kek için:

Ilk defa bir tarifi becerip yaptım sanıyorum tarifim net ve güzel oluşundan :)

Güncel konular

.

Actifry ile irmik helvası

Actifry ile irmik helvası yapmak mümkün değildir.Çünkü kızartma tarifleri için tasarlanmış bir cihazdır. İrmik helvası genel olarak tavada , ocak üzerinde hazırlanır. irmik helvası geleneksel ta

.

Fonksiyonel Gıda Kurkumin içeren Zerdeçal

Birçok defa duyduğunuz fonksiyonel gıdalardan kurkumin bu listenin baş tacıdır. Günümüz modern yaşamda özellikle sindirim sistemi iltihabı giderek artmaktadır.Zerdeçal içeriğindeki kurkumin ile h

.

En ucuz yemek nedir?

Genel olarak temel gıdaların uygun fiyatlı ve erişilebilir olduğu yerlere göre değişmekle birlikte şu şekilde sıralanabilir. Pirinç Bir çok ülkede temel besindir ve uygun fiyatlı enerji kaynağıd

.

İpek kıvamında topaklanmayan tarhana çorbası nasıl pişirilir?

Hepimizin çok sevdiği tarhana çorbası hele de sıcacık ve ipek gibi bir kıvamda olursa kim hayır diyebilir ki. Bağışıklık sistemine de şifa olan tarhana çorbasını kışın kahvaltılarınız da da kolayl

.

Böreğin altı neden pişmez?

Böreğin altı neden pişmez? Evde böreğin altı üstü gibi tam olarak istediğimiz renkte ve pişmişlikte olmaz. Eğer böreğin altınında üstü gibi pişmesini sağlamak için fırın kabınızın içini yağlamanız

Türkiye\'de Tarım Sektörü

Bu makaleyi eposta olarak göndermek için lütfen aşağıdaki bilgileri doldurunuz.

Türkiye\'de Tarım Sektörü