Yemek Tarifleri ve Sağlıklı Beslenme Portalı

E-posta Şifre giris

Hazımsızlık « Geri

eposta E-posta 15.10.2009'de eklendi.
Hazımsızlık Hazımsızlık Şikayetleri:

Hazımsızlık, bir beslenme bozukluğunun işareti olduğu gibi; bir sindirim sistemi hastalığının da işareti olabilmektedir. Hazımsızlığın belirtilerini şöyle sıralayabiliriz:

* Midede dolgunluk hissi.

* Midede ağrı ve yanma.

* Karında şişlik, geğirme ve gaz çıkarma.

* Kabızlık. Nadir durumlarda ishal.

Hazımsızlığın birinci sebebi, yiyeceklerin ağızda iyi çiğnenmemesidir. Bir münakaşa ve ruhi gerginlik sırasında yenen yemeklerde, bolca hava yutulmakta; yiyecekler acele ile iyice parçalanmadan yenmekte, en önemlisi sinir sisteminin dengesi bozulduğundan ifrazat bezleri yeterince çalışmamaktadır.

öyle İse:

* Sinirli iken yemeğe oturmayınız.

* Ağzınıza aldığınız lokmayı iyice çiğnemeden yutmayınız.

Hazımsızlığın bir diğer sebebi, bol yağlı ve nişastalı (hamur işi) yemeklerle beslenmedir. Bunlar hazmı zor yiyecekler olup, mide ve barsaklarda fazla beklemektedirler. Kabızlığın sebebi de bunların barsaklarda fazla beklemesidir. “Barsak tembelliği” dediğimiz hastalığın ortaya çıkış sebebi de yine hazmı zor yiyeceklerle beslenmedir.



öyle İse:

* Yağlı ve unlu yemekleri tıka basa yemeyiniz.

* Sofranızda mutlaka sebze yemeği ve yeşillik bulundurunuz.

* Yemek sonunda mümkün mertebe unlu tatlılar yerine taze meyve yeyiniz.

* Salata ile yenen etli ve hamur işi yemeklerin hazmı daha kolay olduğundan, bilhassa akşam yemeklerinde salata bulundurunuz.


Organik Hastalıklara Bağlı Hazımsızlık:
* Yemeklerden hemen sonra veya bir saat içinde ortaya çıkan hazımsızlık belirtileri safra kesesi yetmezliği, gastrit, mide ülseri ve kanseri gibi hastalıkların işareti olabilir.
* Yemeklerden birkaç saat sonra gelişen rahatsızlıklar oniki parmak barsağı ülserini ve pankreas yetmezliğini düşündürür.
* Geceleri ortaya çıkan hazım şikayetlerinde ve arka üstü yatıldığı zaman kendisini gösteren mide ağrılarında ise pankreas kanseri veya mide fıtığı şüphesini kuvvetlendirir.
* Kalp yetmezliği, böbrek yetmezliği (üremi), akciğer veremi ve her türlü kanser vakalarında da hazımsızlık şikayetleri görülebilir.

Ne Yapmalı?

* Hazımsızlıktan şikayet eden kimse, beslenmesine Dikkat ettiği halde rahatsızlıkları devam ediyor ise; mutlaka bir doktora muayene olmalı, gerekirse teşhis için film çektirmeli ve testler yaptırmalıdır.

* Eğer muayene neticesinde hazımsızlığın fazla mide salgısından kaynaklandığı tesbit edilirse; buna “asitli dispepsi” adı verilmektedir. Yemeklerden bir iki saat sonra midede ağrı, yanma, kazıntı ve basınç şeklinde kendisini belli eder. Ekşi geğirmeler, ağız ve boğazdan gelen gazlardan dolayı yanmalar, bazan da ekşi kusmalar fazla mide asitini işaret ederler. Tedavi, mide asitini artıran yemeklerden uzak durmaya yöneliktir. Tuzlu, şekerli, baharatlı yemekler, et konserveleri, kızartmalar, çay, kahve sigara ve alkol, çiğ soğan bunların başında gelmektedir. Et, yumurta, taze peynir, süt gibi proteinli yiyeceklerle tuzsuz ve az yağlı yemekler perhiz için faydalı gıdalar cinsindendir.

* Muayene neticesinde hazımsızlığın sebebi yetersiz mide salgısından kaynaklandığı tesbit edilirse, buna “asitsiz dispepsi” adı verilmektedir. Yemeklerden sonra bir-iki saat müddetle midede ağırlık hissi duyulur. İshal ateş nöbetleri ve başağrısı görülebilir. Dışkı çok pis kokar.

Asitsiz dispepsi’de iyi pişirilmek şartı ile her türlü et verilebilir. Yumurta, rafadan, tavada pişmiş veya çorba içinde yenebilir. çorba yağsız ve bol tuzlu olmalıdır. çay, kahve, baharat serbesttir. Ekmek, tercihen bayat ve kızarmış halde yenmelidir. Beden hareketleri, kısa yürüyüşler ve temiz hava da çok faydalıdır.

Sporcuları Mağlub Eden Hasta:

Beslenme uzmanı Dr. Wolfgang Juhre anlatıyor: “Fletscher adında bir Amerikalı, hayat sigortası yaptırmak için müracaat ediyor, sigorta şirketinin doktorları kendisini muayene ettikten sonra, sağlığının ileri derecede bozuk olduğunu sebep göstererek müracaatını kabul etmiyorlar. Fletscher, bu duruma çok üzülüyor. Amerikalı doktorlar derdine çare bulamıyorlar Bir arkadaşı ona Almanya’da yaşayan bir halk hekimini tavsiye ediyor. Zavallı adam, derdine çare bulmak ümidiyle Bavyera’nın ücra bir köyünde, iddiasız bir hayat süren bu yaşlı halk hekimine gelir. Derdini anlatır. Hekim, bol posalı yiyeceklere dayalı, tabii bir beslenme rejimi uygular. Her lokmayı, sıvı hale gelinceye kadar, iyice çiğnemesini şart koşar. Hasta, inanmadığı halde, yaşlı hekimin söylediklerini aynen yerine getirir. Kısa zamanda sağlığına kavuşur. Koşulara ve bisiklet turlarına katılır. Bir gün Paris’e müsabakalara katılmak üzere Amerika’dan bir kürek takımının geldiğini öğrenir. Takımdan iki sporcuyu da şahsen tanımaktadır. Hemen Paris’e hareket eder. Eski arkadaşlarını karşılarında sapa sağlam gören sporcular gözlerine inanamazlar. Fletscher, ne kadar sağlıklı olduğunu ispat etmek için onları 250 km.lik bir bisiklet yarışına davet eder. Sporcular, kendilerinden 25 yaş büyük olan sıradan birinin böyle meydan okumasına hayret ederler.

Yarış başlar. İki sporcu turu tamamlayamadan trenle geri dönerler. Fletscher yarışı bırakmaz. Turu tamamlayarak start yerine bisikletinin üzerinde gelir.

Bu hikayeyi, 65 yaşındaki, kalp ve damar hastalıklarından şikayetçi bir hastama anlattığım zaman hiç de inanmış görünmüyordu.

-Fletscher’in yaptığını denemek istemez misin? dedim.

Biraz düşündükten sonra:

-Tamam doktor, dedi, ne istersen aynen yerine getireceğim.

Tavsiye ettiğim listeye uyacağına ve her lokmayı sulu hale gelinceye kadar iyice çiğneyeceğine söz verdi. İlk geldiği gün, muayenehanemin merdivenlerini ancak üç sefer dinlenerek çıkabildiğini söylemişti.

İki hafta sonra, hastam, çok çiğnemekten çenelerinin yorulduğunu ve ağrıdığını söyleyince; “vazgeçmek yok, söz verdin, devam edeceğiz” dedim.

-Zaten ben de vazgeçmek niyetinde değilim, bu işi bırakırsam arkadaşlar alay ederler, dedi.

Dört hafta sonra, bu hastam, muayenehanemin merdivenlerini hiç dinlenmeden çıkabildiğini söylüyor; sevincini dile getiriyordu. Altı ay sonra ise, iş yerindeki arabalara sandık yüklemeye başladı. Ağır süt güğümlerini tek başına yüklenerek fabrikaya taşıdığını gören arkadaşları gözlerine inanamamışlar. Hastamın sağlığına kavuşması, hiç de mucize cinsinden bir olay değildi. O, sadece, bu medeniyet çağında çoklarının ihmal ettiği bir sağlık kuralını yerine getirmişti: “Tabii beslenmek ve lokmayı iyice çiğnemek.”

En Pahalı Yiyecek En Besleyici Değildir.

Bir kalp ve damar hastalıkları uzmanına gittiğiniz zaman, size ilk tavsiyesi, tereyağı, et, süt, yumurta ve peynir gibi hayvani gıdalardan uzak durmanızı söylemek olacaktır. Neden, çünkü bu gıdalar bol miktarda “kolesterin” ihtiva etmektedirler. Nasıl ki, kireç ve pas zamanla su borularının iç cidarına yapışarak daralmalarına sebebiyet veriyor ise; kolesterin de insan vücudundaki atardamarların cidarlarında birikerek onların daralmalarına yol açmaktadır. Kalp mütehassıslarının üzerinde ittifak ettikleri husus, günde aldığımız yağ miktarının 60 gramı aşmaması gerektiğidir.

Bütün bunlar doğrudur... Doğrudur da, çare nedir? Bu yiyeceklerden uzak durmak mı? Böyle yaptığımız taktirde kolesterin tehlikesinden kurtulmuş mu olacağız? Son araştırmalar, maalesef, bizi bu sorulara “hayır” cevabı vermeye zorluyor...

İsterseniz önce “kolesterin”in ne olduğunu anlatalım: Kolesterin yağ tabiatında (lipoid) bir maddedir. Zannedildiği gibi, sadece kanda bulunmaz. Dokularda ve deri altında da bulunur. Deri altındaki kolesterin bilhassa çok önemlidir. Eskiden D vitaminini yiyeceklerden aldığımızı kabul ediyor ve öyle zannediyorduk. Halbuki araştırmalar ilerleyince, güneş ışığına maruz kalan insan derisinin depo edilmiş olan bu kolesterini D vitaminine çevirdiği ortaya çıktı. Bilhassa çocuklarda kolesterin eksikliği veya güneş ışığından mahrum kalması neticesi “İngiliz Hastalığı” dediğimiz D vitamini eksikliği görülmektedir. İğne veya toz halinde verilen sentetik D vitamini maalesef bu hastalığın iyileşmesine bir faydası olmadığı gibi, metabolizma bozukluklarına sebebiyet vermektedir.

Demek ki, kolesterin sanıldığı gibi vücuda zararlı değil; gerekli bir maddedir. Her şeyin fazlası zarar olduğu gibi, elbette bu maddenin fazlalığı da vücut için ve bilhassa atar damarlar için iyi değildir. Ayrıca, vücudumuz öyle mükemmel programlanmış bir makinadır ki; biz istediğimiz kadar yağları azaltalım veya hiç yağ yemeyelim karaciğerimiz vücuda lazım olan kolesterini kendisi imal ediyor. İmal ettiği kolesterinin bir kısmını kan yolu ile dokulara ve alt deriye gönderirken bir kısmını da safraya (ödsuyu) dönüştürüyor ve safra kesesine akıtıyor. Safra kesesinden barsaklara geçen ödsuyu burada yağların sindirilmesine yardımcı oluyor. Bakterilerin hücumuna uğrayan kullanılmış safra, litolasit ve kanserojen maddelere ayrışıyor. Litolasit zehirli bir madde olup barsaklar yoluyla tekrar karaciğere dönüyor ve tekrar kolesterin imalinde kullanılıyor. Kanserojen maddeler de bir miktar fazla litolasitle birlikte kalınbarsakta dışkıya karışıp vücuttan dışarı atılıyor. Ancak bu işlem pek öyle kolay gerçekleşmiyor. İşte konumuzun can damarı da burasıdır...

Sanayileşmiş ülkelerin insanı, konsantre edilmiş (posasından ayrılmış) yiyeceklerle beslenmeye alıştırılmış. Kepekli kara ekmek, geri kalmışlık alameti sayılıyor. Medeni insan elma, armut, ayva gibi daha nice güzelim meyveleri ısırarak yemeyi unutmuştur. O meyveyi yemez; suyunu içer. çünkü ona, “vücuda yarayışlı olanı suyudur, gerisi posadır” diye telkin edilmiştir. Kendi evinde yemek pişirecek vakti yoktur. Ya dışarıda yer ya da fırına atılmaya hazır yemekleri (ready to cook) tercih eder. Avrupalı genç, ayakta yediği bir hamburger ve üzerine içtiği koka kola ile öğün geçiştirir. çikolata, pasta, şekerleme ve binbir çeşit tatlılar Avrupalı insanın hayatının bir parçası olmuş. Sanayi patronları, hazır yemeye alıştırdığı bu insanların sırtından milyarlar kazanıyor. Ne yiyeceğine ve nasıl yiyeceğine kendisi değil; fabrika sahipleri karar veriyor...

En Lezzetli Yemek En Besleyici Yemek Değildir.

Bugün, Avrupa ülkeleri ve Amerika pahalı beslendiği halde, bu memleketlerde kalp ve damar hastalıkları, aşırı kilo, sindirim bozuklukları, hiper tansiyon, metabolizma bozuklukları ve ruhsal hastalıklar devamlı bir artış gösteriyor. Tonlarca ilaç tükettikleri ve modern hastahaneler hizmet verdikleri halde bu hastalıkların önü alınamıyor. İnanması güç ama; sanayi devriminden bu yana Avrupalı ve Amerikalı insanda kalp ve damar hastalıkları yüzde sekizyüz artış göstermiştir. Bağırsak hastalıklarından ölenlerin sayısındaki artış ise yüzde altı yüz... Şişmanlık ve kalp sektesi, 1900’lü yıllarda “zengin hastalığı” iken; bugün yaygın bir medeniyet hastalığı halini almıştır. Kalınbağırsak şişmesi ve kabızlık Avrupalı insana 1900’den sonra musallat olmuştur.

Bu rakamları bize veren sağlıklı beslenme uzmanı Dr. Wolfgang Juhre diyor ki: “ Geri kalmış ülke adını verdiğimiz Afrika’da saydığımız bu hastalıklara rastlayamazsınız... çünkü Afrikalı insan tabii besleniyor. Bol bol posalı yiyecekler yediği için cildi güzel, dişleri sağlam, barsakları cilalanmış gibi pırıl pırıldır.”

Bir başka “sağlıklı beslenme” uzmanı olan ve ciddi araştırmaları ile tanınan Alman Dr. Schnitzer, Dr. Juhre’yi destekleyici tespitlerde bulunuyor: “Medeniyet hastalıklarından kurtulmak istiyorsanız; doktora taşınmaktan, laboratuarlarda üretilen sentetik ilaçları tüketmekten vazgeçiniz. Fabrika malı olan hazır, konsantre yiyecekleri boykot ediniz. çünkü Afrika’da ve Hindistan’da yaptığım araştırmalarda Avrupa malı yiyeceklerle ve kepeksiz beyaz ekmekle besleyip müşahede altında tuttuğum yerlilerin bizdeki medeni hastalıklara yakalandıklarını müşahede ettim. Keza Avrupa malı yiyecekleri tüketmeye alışmış olan Afrikalı yöneticilerde de medeniyet hastalıkları olduğunu bizzat gördüm. Size tavsiyem şudur: İri öğütülmüş kepekli undan yapılan “kara ekmek” yiyiniz. Elmayı, ayvayı, armudu ısırarak, kabuğu ve çekirdeği ile birlikte yiyiniz. Sofranızda daima yeşillik, çiğ sebzelerle yapılmış salata bulundurunuz. Bol sebze yemeği yeyiniz. Baklagiller sandığınız gibi fakir yemeği olmayıp zengin birer protein kaynağıdırlar. Yulaf çorbası bulgur pilavı hem besleyici hem de bol posalı barsak dostlarıdırlar. Posalı yiyecekler, karaciğer yoluyla barsaklara inmiş olan kolesterin ve zararlı kimyevi maddeleri, bakterilerin parçalamasına ve barsaklar tarafından tekrar emilmesine fırsat vermeden dışarı atarlar. Afrikalı insan bu zararlı maddeleri bir günde dışarı attığı halde; Avrupalı insan -posasız yiyecekler yediği için- bu zararlı maddeleri üç gün müddetle barsaklarında tutuyor; dışarı atamıyor. Bu uzun müddet içersinde, ayrışan zararlı maddeler barsaklar tarafından tekrar emilerek kana karışıyor. Ondan sonra tehlikeli medeniyet hastalıkları ortaya çıkıyor. Tıp uzmanları kabul etmeseler de bir iddiada daha bulunacağım: Bana göre, çoğu ruhsal hastalıkların temelinde de yanlış beslenme yatıyor...”


Sağlıklı beslenme uzmanı Dr. Wolfgang Juhre’nin bir hatırası ile konuyu bağlamak istiyoruz. Juhre anlatıyor: “Bir gün muayenehaneme karısının yardımı ile ancak yürüyebilen bir hasta geldi. Titriyor ve ayakta zor duruyordu. öylesine solgun ve zayıftı ki, adeta canlı bir iskelet gibiydi. Daha önce gittiği doktorlar “bağırsak ve karaciğer hastalığı” teşhisi koymuşlar. Verdikleri perhiz ve ilaçlar onu daha da fenalaştırmış. Zavallı hiçbir şey yiyemediğinden; yediği şeyleri de kustuğundan şikayet ediyordu. Beraberinde getirdiği reçeteleri ve ilaçları aldığım gibi çöp sepetine attım. Adam önce şaşırdı. Ancak iyi bir hekim olduğumu duyduğu için ses çıkarmadı. Hastamın hanımı ile birlikte gelmesine sevinmiştim. çünkü mutfak işleri hanımları ilgilendiriyordu. Onlara önce “Schnitzer Metodu”nu anlattım. Ancak bu metotla yani tabii beslendikleri taktirde sağlıklı yaşayacaklarını izah ettim. İlk iş olarak bir el değirmeni temin etmelerini söyledim. Kadın, “el değirmenini nereden bulalım!” diye itiraz edince şu tavsiyeyi yaptım: İki kaşık yulaf ezmesi, iki kaşık buğday tanesi ve iki kaşık buğday kepeğini bir bardak soğuk suda akşamdan ıslatın. Gece boyunca mutfakta açıkta beklesin. Dolaba koymayınız. Sabahleyin üzerine bir yemek kaşığı saf limon suyu ilave ediniz. Sonra bir elmayı kabuğu ile birlikte püre yapıp bunu da katınız ve kaşıkla iyice karıştırınız. İşte size şahane bir sabah kahvaltısı... Afiyetle yiyiniz. öğle yemeğinde yulaf ezmesi çorbası tavsiye edeceğim. Mümkünse çorbayı yağsız pişiriniz. Bol ot ve baharatla tatlandırınız. Bu çorbayı akşam yemeği olarak da yiyebilirsiniz. Yatmadan önce bir bardak da şifalı çay içtiniz mi tamamdır.”

“Ancak bir fakire veya münzeviye yakışacak böyle bir yemek tarifi yaptığım için karı-koca oldukça şaşırdılar. Adamcağız, “ne yapalım, başka çaremiz kalmadı, mecburen katlanacağız” der gibi yüzüme baktı. “Daha bitmedi!” dedim ve ilave ettim: “Buraya kadar anlattıklarım beden sağlığınıza ait şeylerdi. Halbuki ondan daha önemli olan ruh sağlığıdır. Ve sordum: “Allah’a inanır mısınız?” İkisi de iftiharla “elbette inanırız!” dediler. “O halde işimiz kolaylaştı” dedim ve devam ettim: “Ruh sağlığı olmadan beden sağlığı muhafaza edilemez. Hekime gelecek kadar sağlığınız ve derdinize çare aramayı düşünecek kadar aklınız var. Yine anladığım kadarıyla kimselere muhtaç olmayacak kadar maddi bir gelire sahipsiniz. Bütün bu nimetleri verene şükretmelisiniz. çünkü şu saydıklarıma sahip olamayan o kadar çok zavallı insanlar var ki... Sahip olamadıklarınıza üzüleceğinize, sahip olduklarınıza şükredip sevinmelisiniz. Allah’tan ümidini kesmeyen O’ndan sıhhat ve afiyet niyaz eden, sıhhat bulur. Allah’tan ve iyileşmekten ümidini kesen bir hastaya hiçbir hekim yardım edemez...”

“İkisi de rahatlamış ve bana emniyet etmiş olarak, teşekkür edip evlerine döndüler. Bir hafta sonra beni görmeye geldikleri zaman, hastamın artık kendi başına yürüyebildiğini; yüzüne kan ve neşe geldiğini memnuniyetle müşahade ettim. Bakışlarındaki o ümitsizlikten eser kalmamıştı. Titremiyordu ve yorgun görünmüyordu. Ben daha memnuniyetimi ifade etmeye fırsat bulamadan karısı atıldı: “Doktor, dedi, tavsiye ettiğiniz kahvaltıyı kocamla birlikte yedik. çok hoşumuza gitti. Yine tavsiyenize uyarak her gün verdiği nimetlerden dolayı Allah’a şükredip sağlığımız için dua ettik. Ne yapıp edip bir el değirmeni bulmaya karar verdik. Ne olursunuz, bize sağlıklı beslenme konusunda daha geniş bilgi veriniz. Size bir haberimiz daha var: önümüzdeki yaz, bir akrabamızın çiftliğine tatile gitmeyi kararlaştırdık.”

“Bir hastamın sadece bir haftalık tabii beslenmesi gösteriyor ki, iyi beslenmek demek pahalı yiyecekler yemek değildir. çok ucuza çok iyi beslenmek hem de sağlıklı beslenmek mümkündür.”

üniversite sıralarında, bir hocamız, Anadolu’nun kırsal bölgelerinden alınan kan örneklerinde yüzde 350 miligrama varan kolesterin bulduklarını ve bu insanların nasıl olup da damar ve kalp hastalıklarına maruz kalmadıklarına hayret ettiğini söylemişti. çünkü Avrupa kaynaklı kitaplarda kolesterin oranının yüzde 300’ü geçmesi halinde mutlaka kalp ve damar hastalıkları yapacağı kaydediliyordu. O gün için cevabını bulamadığımız bu sorunun izahı şimdi gayet açıktır: Anadolu’da kırsal bölgenin insanı et yiyor, süt içiyor, yumurta, tereyağı ve peynir yiyor. Kanındaki kolesterin oranının yüksekliği bundandır. Bunu biliyoruz. Ama bilmediğimiz gerçek şudur: Kırsal bölgenin insanı, köy değirmenlerinde öğüttüğü kepekli undan, kendi tandırında kendi eliyle pişirdiği “kara ekmeği” yiyor. Yine kendi kazanında haşladığı buğdayı dibekte dövererek keşkeklik yapıyor. El değirmeninde öğüterek bulgur yapıyor. Bahçesinden topladığı yeşil sebzeleri, nohutu, mercimeği, kuru fasülyeyi yiyor. Tarhana çorbası içiyor. Kendi evinin önündeki ağaçtan topladığı taze meyveyi ısırarak, kabuğu ile birlikte yiyor. Kısacası tabii besleniyor. Fabrika mamülü olan kanserojen muhtevalı suni yiyecekler yemiyor. Midesi, barsakları posasız kalmıyor. Böylece karaciğerden ve öd kesesinden inen zehirli maddeler beklemeden vücuttan atılıyor.

İşte Anadolu insanının sıhhatli yaşamasının sırrı budur. Tekrar ediyoruz: Pahalı yiyecek demek, besleyici ve sıhhatli yiyecek demek değildir. Yeri gelmişken anneleri uyarıyoruz: çocuklarını hazır mamalarla, çikolata, şekerleme ve bisküvi ile beslemeye özenmesinler. Zavallıların barsaklarını tenbelleştirip sık sık hastalanmalarına sebep olmasınlar.




  • Bu haber için yorumlar (0 adet)

    • Geri İleri

Son Yorumlar

afiyetle

3 malzemeli kurabiye için:

Malesef yağ olarak kullanılmaktadır.

Anonim

3 malzemeli kurabiye için:

Tahin Koymasak Olurmu

nisa.

Çikolata dolgulu portakallı kurabiye için:

Vanilya koymasam olur mu?

merve sarkaya

Ali Nazik için:

Hemen marketten eksikler alınıp yapılıyor

elifim490

Havuçlu cevizli kek için:

Ilk defa bir tarifi becerip yaptım sanıyorum tarifim net ve güzel oluşundan :)

Güncel konular

.

Actifry ile irmik helvası

Actifry ile irmik helvası yapmak mümkün değildir.Çünkü kızartma tarifleri için tasarlanmış bir cihazdır. İrmik helvası genel olarak tavada , ocak üzerinde hazırlanır. irmik helvası geleneksel ta

.

Fonksiyonel Gıda Kurkumin içeren Zerdeçal

Birçok defa duyduğunuz fonksiyonel gıdalardan kurkumin bu listenin baş tacıdır. Günümüz modern yaşamda özellikle sindirim sistemi iltihabı giderek artmaktadır.Zerdeçal içeriğindeki kurkumin ile h

.

En ucuz yemek nedir?

Genel olarak temel gıdaların uygun fiyatlı ve erişilebilir olduğu yerlere göre değişmekle birlikte şu şekilde sıralanabilir. Pirinç Bir çok ülkede temel besindir ve uygun fiyatlı enerji kaynağıd

.

İpek kıvamında topaklanmayan tarhana çorbası nasıl pişirilir?

Hepimizin çok sevdiği tarhana çorbası hele de sıcacık ve ipek gibi bir kıvamda olursa kim hayır diyebilir ki. Bağışıklık sistemine de şifa olan tarhana çorbasını kışın kahvaltılarınız da da kolayl

.

Böreğin altı neden pişmez?

Böreğin altı neden pişmez? Evde böreğin altı üstü gibi tam olarak istediğimiz renkte ve pişmişlikte olmaz. Eğer böreğin altınında üstü gibi pişmesini sağlamak için fırın kabınızın içini yağlamanız

Hazımsızlık

Bu makaleyi eposta olarak göndermek için lütfen aşağıdaki bilgileri doldurunuz.

Hazımsızlık