Yemek Tarifleri ve Sağlıklı Beslenme Portalı
Kuşkucu Yaşam İçin öneri: Etiket Hafiyeliği « Geri
Kuşkucu Yaşam İçin öneri: Etiket Hafiyeliği
E-posta
15.10.2009'de eklendi.
Gunesin Aydemir
Kaybettiğimiz bir davranış var: Merak. Çevremizde olup bitenlere karşı merak, üretene, üretilene, yediklerimize-içtiklerimize karşı merak. Bu kaybın iki sebebi var sanki: Zaman yoksunluğu ve önümüze hazır geleni (getirileni) kabullenmenin yarattığı şuursuz güven duygusu. Soracak, soruşturacak, kuşku duyacak vaktimiz yok. O nedenle de önümüze ne gelirse "eyvallah" diyoruz. Kullandığımız ürünleri kim üretmiş, nasıl üretmiş, içine ne koymuş.... Sormuyoruz, sormadan sorgulamadan alıyoruz, kullanıyoruz, yiyiyoruz, giyiyoruz.... Sağlığımız bozulunca da soruyoruz: Neden ben?
GEÇEN haftaların birinde büyükçe bir süpermarkette yarım günümüzü geçirdik, Oya ile. Rafların altını üstüne getirdik. Satın almak için değil, sadece etiket okumak ve biraz kuşku duymak için. Ve şunu anladık, aldığımız ürünlerin birçoğunu aslında almıyoruz, alıyormuş gibi yapıyoruz. Çünkü etiketlere bakılırsa, un sadece un değil, süt sadece süt, sabun sadece sabun, ketçap sadece ketçap değil! Yanı sıra başka bir balya şey!
Etiketlere baktık. Ve gördük ki paketlenmiş ürünlerin içinde ne ararsanız var: Antioksidan, E300, askorbik asit, glikoz şurubu, modifiye nişasta, sodyum benzoat, ksantan gam E415, potasyum sorbat, E202, non iyonik aktif madde, fosfat, perborat, pareth sülfat, emülgatör, E471, E476, E472c, copolymer, hydantoin, tetrasodyum EDTA, nitropropane-1-3 dimol, aroma artırıcı E621...
Bunlar olmak zorunda, çünkü bu ürünlerin birçoğu üretici deyimiyle "dayanıksız besin maddesi". Dayanmaları için içlerine birçok yapay madde "dayamak" zorundalar.
Her paket sanki bir kimyasal madde deposu, patladı patlayacak, ya da biz patladık patlayacağız. Eminim bu maddeler için üreticilerin söyleyeceği birçok söz vardır ve tabii ki hiçbiri zararlı değildir. Ayrıca, halkın sağlığına zarar verecek herhangi bir maddenin satışı yasalarımızla kontrol altındadır.
Sonuç olarak etiketler anlamadığım bir dilde konuşuyor ve yine de sormaktan kendimi alamıyorum: Tüketicilerin kaçta kaçı, adlarını bile telaffuz ederken zorlandığımız bu maddelerin vücuttaki ve doğa üzerindeki etkileri hakkında bilgi sahibi ya da bilgi sahibi olma merakında? Örneğin, kaç kişi içinde palmiye yağı ve soya yağı bulunan sabunları alırken yağmur ormanlarının yok olmasına katkıda bulunduğunun farkında? Ya da etiketlerde yazan soya lesitininin geldiği soyaların hepsinin genetik müdahelelerle değiştirildiğini ve artık yeryüzünde neredeyse doğal soya bulunmadığını... Ya da kaç kişi antioksidan maddelerin* çocuklarımızın beyin gelişimini olumsuz yönde etkilediğini biliyor? Öyle olsa hiçbir anne bu ürünleri almazdı herhalde.
Çamaşır deterjanlarının etiketlerinde şöyle yazıyor: "Cildi korumak amacıyla ellerin deterjanla uzun süre temasından sakının. El, yüz, vücut ve gıda temizliğinde kullanmayın." Şöyle demek istedim doğrusu: "O deterjanlarla yıkadığımız giysileri giyiyoruz biz ya..." Demek ki giysileri deterjandan arındırmak için bol su ile durulamak lazım. Su kaynakları tükenirken böyle bir vebalin altına nasıl girerim ben?
İçinden yiyip içtiğimiz, yemeklerimizi pişirdiğimiz kap kacakları yıkamak için alınan bulaşık deterjanlarının etiketleri ise daha dramatik: "Yanlışlıkla yutulduğu halde ambalajla beraber bir sağlık kuruluşuna başvurunuz!"
Bir süt kartonuna baktık, şöyle yazıyordu: "En ileri besi ve tarım teknolojilerine sahip, ... çiftliğinde yetiştirilen ineklerden sağılmaktadır." O ineklerin ne yiyip ne içtiğini çok merak ettik. Ayrıca kutunun içindeki sütün dayanma süresi 6 ay. Yani aylarca önce sağılmış süt içilebilir, taze taze!..
Hakan Onumun bir yazısında dediği gibi; "Herkes kendi sağlığından sorumludur".
Bu nedenle bu maddeleri araştırmak ve seçip seçmemek hakkımızı da kullanabiliriz, kullanmalıyız. Bereket, paketlerin çoğunda tüketici danışma hatlarının telefonları da var.
Bu ufak teknik gezide şu ayrıntılara çok takıldım:
Doğala özdeş aromalar. Neredeyse hiçbir ürünün içinde "doğal" bir şey yok. İnanmayacaksınız ama, doğala özdeş tereyağı ve peynir aroması bile yapılmış. Tıpkı yaşamlarımız gibi: "- mış gibi".
E serisi. Etiketlerin birçoğunda E ile başlayan maddeler var. Bu, uluslararası standartlara göre yapılan bir isimlendirme sistemi. Birçok doğal maddenin de adı Elerle ifade ediliyor. Örneğin C vitamininin bir adı askorbik asit, diğer bir adı bilmem hangi E?
Vitaminli ürünler. İçerdiği vitaminler öldürülmüş olsa da sonradan eklenen A, D ve E vitaminleriyle zenginleştirilmiş birçok gıda var raflarda. Madem sonradan koyacaktık niye baştan yok ediyoruz? Ayrıca, sonradan konmuş, sentetik vitaminlerin yararı da tartışılır.
Tatlandırıcılar. Kanımca, tam anlamıyla ağzımızın tadını bozmak için ekleniyor. Tatlandırıcılar, diğer bütün tatları örttüğü için ayrıntıların farkına varamıyoruz. Yapay tatlara alışıyor ve yaban olanlarını unutuyoruz, tat almamaya başlıyoruz.
İçindekiler ve içerdiği besin maddeleri: Etiket hafiyeliğinde ilk aldanış bu iki ayrımda başlayabilir, dikkat! Kesinlikle aynı şeyler değil... Biri -ki çoğunlukla büyük harflerle yazılıyor- gıda maddesinin içerdiği vitaminler, kalori, yağ, mineral miktarını belirten liste; diğeri ise içine konanları belirten, küçük harflerle yazılan uzun liste.
Süpermarket kültürü, hiç bitmeyecekmiş gibi tüketmekle eşdeğer. Raflar sürekli dolu tutulduğundan ve alınan malın yerine depodan yenisi geldiğinden, süpermarketler ya da toplu alışveriş merkezleri sanki tükenmez bir kaynak"mış gibi" algılanıyor. "Nereden geliyor bu yoğurdun bolluğu?" diye soracak olsanız, durumun vahameti kendini eleveriyor: Yok olan su kaynakları, ormanlar, tarım alanları, gittikçe artan suni maddeler insanı dehşete düşürecek potansiyele sahip şimdiden. Ama, yiğidi öldür hakkını yeme demişler. Raflarda katkısız alternatiflere, doğa dostu olan geleneksel (sevgili arapsabunu ve çamaşır sodası gibi) ve ekolojik ürünlere de rastlamadık değil.
Tablonun karamsarlığına bakmayın. Çözüm var mı? Evet. Alternatifler var, aslında unuttuğumuz, dağdan gelenin bağcıyı kovması misali, adlarına alternatif dediğimiz "gerçekler" var. Şunu kabul etmemiz lazım ki, o alternatifler benimsenmeden bu iş olmaz. Çünkü onlar alternatif olarak kaldığı sürece pahalı, hafife alınan, sadece belli bir kesimin talebi olarak kalacak. Üstelik alternatifleri benimsemekle yaşamlarımızı olmayı hak ettiği hale getirme şansını da yakalayacağız. Çünkü döngü tamdır ve döngüye bir yerden girdiniz mi her yerden girersiniz.
Bir örnek vereyim, siz diğerlerini düşünedurun. Sadece yaşadığımız yere yakın bir yerde üretim yapan köylülerin haftalık kurdukları üretici pazarlarının (bu tür pazarların listesini Buğday Dergisinin 8. sayısında ve 2003 Buğday Ajandasında bulabilirsiniz) yaygınlaştığını ve bizim de pazara gitme alışkanlığını geliştirdiğimizi hayal edelim, bakın neler olacak?:
Üreticiyle tek elden temasta bulunacaksınız, ürününü nasıl yetiştirdiğini, nasıl getirdiğini, halini hatrını soracaksınız,
Toptan ve ilk elden aldığınız için masrafınız azalacak,
Taze ve mevsiminde yiyecekler yiyeceksiniz, muhtemelen birçoğu sertifikasız olduğu halde ekolojik üretilmiş olacak,
Siz talep ettikçe, üretici de o yönde üretmeye devam edecek, üretici pazarları devam edecek, büyük bir ihtimalle sayıları artacak,
Haftada bir gün toprakla doğrudan ilişkili insanlarla tanışacaksınız, konuşacaksınız,
Açık havada vakit geçireceksiniz.
Naylon torba yerine pazar çantası, sepet veya bez çanta kullanacaksınız,
Ürünler uzak değil yakın yerlerden getirileceğinden ulaşım maliyeti, dolayısıyla fosil yakıt tüketimi azalacak,
Yakın çevrenizin ekonomisini destekleyeceksiniz. (Sürdürülebilirliğin temel kurallarından biri, yerel ürün kullanmaktır.)
Tüketici ne istediğini bilirse, bildiğini isterse o zaman üretici de yönlendirilmiş olur, sözkonusu süpermarket ürünleri bile olsa.... Üreticilerin değil tüketicilerin yönlendirdiği bir dünya dileklerimle...
Ya Oya, bu emülgatör de neyin nesi kuzum? Ben emülgatör** yemek istemiyorum.
* Gıdaların içinde bulunan sentetik antioksidanlar (genellikle E 300 serisi) gıda maddelerinin oksitlenmesini ve vitaminlerin bozulmasını önlemek amacıyla kullanılıyor. Gıda maddelerinde kullanılan sentetik antioksidanlar sağlık için risk oluşturuyor. Çeşitli vitamin ilaçlarında kullanılan doğal antioksidanlar ise tam tersi bir etkiyle vücutta herhangi bir kötü etkiye yol açmıyor.
** Sıvı ve katı maddenin ayrışmasını önlemek ve bu maddeleri birarada tutmak için kullanılan madde.
(Buğday)
Kaybettiğimiz bir davranış var: Merak. Çevremizde olup bitenlere karşı merak, üretene, üretilene, yediklerimize-içtiklerimize karşı merak. Bu kaybın iki sebebi var sanki: Zaman yoksunluğu ve önümüze hazır geleni (getirileni) kabullenmenin yarattığı şuursuz güven duygusu. Soracak, soruşturacak, kuşku duyacak vaktimiz yok. O nedenle de önümüze ne gelirse "eyvallah" diyoruz. Kullandığımız ürünleri kim üretmiş, nasıl üretmiş, içine ne koymuş.... Sormuyoruz, sormadan sorgulamadan alıyoruz, kullanıyoruz, yiyiyoruz, giyiyoruz.... Sağlığımız bozulunca da soruyoruz: Neden ben?
GEÇEN haftaların birinde büyükçe bir süpermarkette yarım günümüzü geçirdik, Oya ile. Rafların altını üstüne getirdik. Satın almak için değil, sadece etiket okumak ve biraz kuşku duymak için. Ve şunu anladık, aldığımız ürünlerin birçoğunu aslında almıyoruz, alıyormuş gibi yapıyoruz. Çünkü etiketlere bakılırsa, un sadece un değil, süt sadece süt, sabun sadece sabun, ketçap sadece ketçap değil! Yanı sıra başka bir balya şey!
Etiketlere baktık. Ve gördük ki paketlenmiş ürünlerin içinde ne ararsanız var: Antioksidan, E300, askorbik asit, glikoz şurubu, modifiye nişasta, sodyum benzoat, ksantan gam E415, potasyum sorbat, E202, non iyonik aktif madde, fosfat, perborat, pareth sülfat, emülgatör, E471, E476, E472c, copolymer, hydantoin, tetrasodyum EDTA, nitropropane-1-3 dimol, aroma artırıcı E621...
Bunlar olmak zorunda, çünkü bu ürünlerin birçoğu üretici deyimiyle "dayanıksız besin maddesi". Dayanmaları için içlerine birçok yapay madde "dayamak" zorundalar.
Her paket sanki bir kimyasal madde deposu, patladı patlayacak, ya da biz patladık patlayacağız. Eminim bu maddeler için üreticilerin söyleyeceği birçok söz vardır ve tabii ki hiçbiri zararlı değildir. Ayrıca, halkın sağlığına zarar verecek herhangi bir maddenin satışı yasalarımızla kontrol altındadır.
Sonuç olarak etiketler anlamadığım bir dilde konuşuyor ve yine de sormaktan kendimi alamıyorum: Tüketicilerin kaçta kaçı, adlarını bile telaffuz ederken zorlandığımız bu maddelerin vücuttaki ve doğa üzerindeki etkileri hakkında bilgi sahibi ya da bilgi sahibi olma merakında? Örneğin, kaç kişi içinde palmiye yağı ve soya yağı bulunan sabunları alırken yağmur ormanlarının yok olmasına katkıda bulunduğunun farkında? Ya da etiketlerde yazan soya lesitininin geldiği soyaların hepsinin genetik müdahelelerle değiştirildiğini ve artık yeryüzünde neredeyse doğal soya bulunmadığını... Ya da kaç kişi antioksidan maddelerin* çocuklarımızın beyin gelişimini olumsuz yönde etkilediğini biliyor? Öyle olsa hiçbir anne bu ürünleri almazdı herhalde.
Çamaşır deterjanlarının etiketlerinde şöyle yazıyor: "Cildi korumak amacıyla ellerin deterjanla uzun süre temasından sakının. El, yüz, vücut ve gıda temizliğinde kullanmayın." Şöyle demek istedim doğrusu: "O deterjanlarla yıkadığımız giysileri giyiyoruz biz ya..." Demek ki giysileri deterjandan arındırmak için bol su ile durulamak lazım. Su kaynakları tükenirken böyle bir vebalin altına nasıl girerim ben?
İçinden yiyip içtiğimiz, yemeklerimizi pişirdiğimiz kap kacakları yıkamak için alınan bulaşık deterjanlarının etiketleri ise daha dramatik: "Yanlışlıkla yutulduğu halde ambalajla beraber bir sağlık kuruluşuna başvurunuz!"
Bir süt kartonuna baktık, şöyle yazıyordu: "En ileri besi ve tarım teknolojilerine sahip, ... çiftliğinde yetiştirilen ineklerden sağılmaktadır." O ineklerin ne yiyip ne içtiğini çok merak ettik. Ayrıca kutunun içindeki sütün dayanma süresi 6 ay. Yani aylarca önce sağılmış süt içilebilir, taze taze!..
Hakan Onumun bir yazısında dediği gibi; "Herkes kendi sağlığından sorumludur".
Bu nedenle bu maddeleri araştırmak ve seçip seçmemek hakkımızı da kullanabiliriz, kullanmalıyız. Bereket, paketlerin çoğunda tüketici danışma hatlarının telefonları da var.
Bu ufak teknik gezide şu ayrıntılara çok takıldım:
Doğala özdeş aromalar. Neredeyse hiçbir ürünün içinde "doğal" bir şey yok. İnanmayacaksınız ama, doğala özdeş tereyağı ve peynir aroması bile yapılmış. Tıpkı yaşamlarımız gibi: "- mış gibi".
E serisi. Etiketlerin birçoğunda E ile başlayan maddeler var. Bu, uluslararası standartlara göre yapılan bir isimlendirme sistemi. Birçok doğal maddenin de adı Elerle ifade ediliyor. Örneğin C vitamininin bir adı askorbik asit, diğer bir adı bilmem hangi E?
Vitaminli ürünler. İçerdiği vitaminler öldürülmüş olsa da sonradan eklenen A, D ve E vitaminleriyle zenginleştirilmiş birçok gıda var raflarda. Madem sonradan koyacaktık niye baştan yok ediyoruz? Ayrıca, sonradan konmuş, sentetik vitaminlerin yararı da tartışılır.
Tatlandırıcılar. Kanımca, tam anlamıyla ağzımızın tadını bozmak için ekleniyor. Tatlandırıcılar, diğer bütün tatları örttüğü için ayrıntıların farkına varamıyoruz. Yapay tatlara alışıyor ve yaban olanlarını unutuyoruz, tat almamaya başlıyoruz.
İçindekiler ve içerdiği besin maddeleri: Etiket hafiyeliğinde ilk aldanış bu iki ayrımda başlayabilir, dikkat! Kesinlikle aynı şeyler değil... Biri -ki çoğunlukla büyük harflerle yazılıyor- gıda maddesinin içerdiği vitaminler, kalori, yağ, mineral miktarını belirten liste; diğeri ise içine konanları belirten, küçük harflerle yazılan uzun liste.
Süpermarket kültürü, hiç bitmeyecekmiş gibi tüketmekle eşdeğer. Raflar sürekli dolu tutulduğundan ve alınan malın yerine depodan yenisi geldiğinden, süpermarketler ya da toplu alışveriş merkezleri sanki tükenmez bir kaynak"mış gibi" algılanıyor. "Nereden geliyor bu yoğurdun bolluğu?" diye soracak olsanız, durumun vahameti kendini eleveriyor: Yok olan su kaynakları, ormanlar, tarım alanları, gittikçe artan suni maddeler insanı dehşete düşürecek potansiyele sahip şimdiden. Ama, yiğidi öldür hakkını yeme demişler. Raflarda katkısız alternatiflere, doğa dostu olan geleneksel (sevgili arapsabunu ve çamaşır sodası gibi) ve ekolojik ürünlere de rastlamadık değil.
Tablonun karamsarlığına bakmayın. Çözüm var mı? Evet. Alternatifler var, aslında unuttuğumuz, dağdan gelenin bağcıyı kovması misali, adlarına alternatif dediğimiz "gerçekler" var. Şunu kabul etmemiz lazım ki, o alternatifler benimsenmeden bu iş olmaz. Çünkü onlar alternatif olarak kaldığı sürece pahalı, hafife alınan, sadece belli bir kesimin talebi olarak kalacak. Üstelik alternatifleri benimsemekle yaşamlarımızı olmayı hak ettiği hale getirme şansını da yakalayacağız. Çünkü döngü tamdır ve döngüye bir yerden girdiniz mi her yerden girersiniz.
Bir örnek vereyim, siz diğerlerini düşünedurun. Sadece yaşadığımız yere yakın bir yerde üretim yapan köylülerin haftalık kurdukları üretici pazarlarının (bu tür pazarların listesini Buğday Dergisinin 8. sayısında ve 2003 Buğday Ajandasında bulabilirsiniz) yaygınlaştığını ve bizim de pazara gitme alışkanlığını geliştirdiğimizi hayal edelim, bakın neler olacak?:
Üreticiyle tek elden temasta bulunacaksınız, ürününü nasıl yetiştirdiğini, nasıl getirdiğini, halini hatrını soracaksınız,
Toptan ve ilk elden aldığınız için masrafınız azalacak,
Taze ve mevsiminde yiyecekler yiyeceksiniz, muhtemelen birçoğu sertifikasız olduğu halde ekolojik üretilmiş olacak,
Siz talep ettikçe, üretici de o yönde üretmeye devam edecek, üretici pazarları devam edecek, büyük bir ihtimalle sayıları artacak,
Haftada bir gün toprakla doğrudan ilişkili insanlarla tanışacaksınız, konuşacaksınız,
Açık havada vakit geçireceksiniz.
Naylon torba yerine pazar çantası, sepet veya bez çanta kullanacaksınız,
Ürünler uzak değil yakın yerlerden getirileceğinden ulaşım maliyeti, dolayısıyla fosil yakıt tüketimi azalacak,
Yakın çevrenizin ekonomisini destekleyeceksiniz. (Sürdürülebilirliğin temel kurallarından biri, yerel ürün kullanmaktır.)
Tüketici ne istediğini bilirse, bildiğini isterse o zaman üretici de yönlendirilmiş olur, sözkonusu süpermarket ürünleri bile olsa.... Üreticilerin değil tüketicilerin yönlendirdiği bir dünya dileklerimle...
Ya Oya, bu emülgatör de neyin nesi kuzum? Ben emülgatör** yemek istemiyorum.
* Gıdaların içinde bulunan sentetik antioksidanlar (genellikle E 300 serisi) gıda maddelerinin oksitlenmesini ve vitaminlerin bozulmasını önlemek amacıyla kullanılıyor. Gıda maddelerinde kullanılan sentetik antioksidanlar sağlık için risk oluşturuyor. Çeşitli vitamin ilaçlarında kullanılan doğal antioksidanlar ise tam tersi bir etkiyle vücutta herhangi bir kötü etkiye yol açmıyor.
** Sıvı ve katı maddenin ayrışmasını önlemek ve bu maddeleri birarada tutmak için kullanılan madde.
(Buğday)
-
Bu haber için yorumlar (0 adet)
Güncel konular
izmirde Dubai çikolatası modası
Büyük küçük herkesin lezzetine doyamadığı Dubai çikolatası hem görüntüsü hem çıtırdısı ile herkesi mest ediyor.
Çikolatanın sırrı kadayıf ve antepfıstığı ezmesinde saklı.
Uğruna uzun kuyruklar o
Tiktok başta olmak üzere instagram ve influencerların yaptığı dubai çikolatasını sizde öğrenmek ve sevdiklerinizle paylaşmak istermisiniz.
İşte A dan Z ye Dubai çikolatasının yapımını öğrenebileceğ
Dubai çikolatası, dünyanın her yerinden gurmeler ve çikolata severler için bir lezzet yolculuğuna çıkarıyor. Bu tariflerde, hem klasik hem de yaratıcı seçenekler sunarak, sizlere evinizde Dubai'nin eş
Actifry ile irmik helvası yapmak mümkün değildir.Çünkü kızartma tarifleri için tasarlanmış bir cihazdır.
İrmik helvası genel olarak tavada , ocak üzerinde hazırlanır.
irmik helvası geleneksel ta
Fonksiyonel Gıda Kurkumin içeren Zerdeçal
Birçok defa duyduğunuz fonksiyonel gıdalardan kurkumin bu listenin baş tacıdır.
Günümüz modern yaşamda özellikle sindirim sistemi iltihabı giderek artmaktadır.Zerdeçal içeriğindeki kurkumin ile h
Son Yorumlar
Limonlu panna cotta için:
3 malzemeli kurabiye için:
3 malzemeli kurabiye için:
Dana emense için:
Çikolata dolgulu portakallı kurabiye için:
Ali Nazik için:
Havuçlu cevizli kek için: